8 Şubat 2008 Cuma

Sarayköy Kuvvayı Milliyesi - 57. Tümen Komutanının Durumu / Emin Aslan Tokat

57. TÜMENİN KOMUTANI ALBAY ŞEFİK BEY'İN DURUMU
Nazilli bu sırada aynı zamanda Çine'den gelen 57. Tümeninde karargahı idi. Kurmay Albay Şefik Bey'in komutasında olan bu tümenin kadrosu dardı, efrat mevcudu azdı. Umum Komutanı Kurmay Albay Şefik Bey Umum K. Demirci Mehmet Efe nin maiyetinde sanki askeri müşavir ve hatta yaver vaziyetinde idi. Tümen Komutanı Albay Şefik Bey esasen Umum K. Demirci Mehmet Efe'nin yanında adeta şuurunu kaybetmiş zavallı bir hasta vaziyette idi.Demirci Mehmet Efe den korkardı. Albay Şefik bey efeyi idare edeceği yerde sanki efe Şefik beyi idare ediyor desek daha doğru söylemiş oluruz. Tümen Komutanı o bölgedeki askeri harekatta aczinden olacak ki vaziyete hiçbir zaman hakim olamamıştır.
Demirci Mehmet Efe gayet dessas (hileci-düzenbaz) , şeytan, bir tilki kadar kurnaz ve tetikte durmasını bilen hunhar bir diktatördü. Hükümet Memurlarına bilhassa Vali, Kaymakam ve Subaylara asla itimat etmez ve hatta onları merkez ve taşralarda kendi efe teşkilatı ile daimi bir kontrol altında bulundu-rurdu. Teşkilatını Efeleri, zeybek kızanları ve terör siyaseti ile korkuttuğu Heyeti Merkeziye ve Heyeti Milliyeler vasıtasıyla öyle tıkırında işletiyordu ki Antalya' da kuş uçsa beş dakika sonra Nazilli' de duyardı. Hatta bir aralık itimat edemediği Antalya mutasarrıfını ve Burdur Mutasarrıfını azl ederek hapis dahi etmişti. Onun korktuğu ı, o da Yörük Ali Efe idi. Yörük Ali Efe ise Allah' tan başka kimseden korkmazdı. O “Ben Hazredi Ali'yim, Bana kurşun geçmez” derdi. Hakikaten kurşun geçmemesini sağlayan göğsünde her daima asılı büyücek içi çörek otu dolu bir muskası da vardı. Dindardı. Bir gün:
4- Yörük Ali Efe ile Buldan'dan arabalarla Sarayköy'e geliyordu. Yörük Ali Efe önde bir landonda , yanında Bekir emmisi ile beraber gidiyordu, arkada Ali Kurtlu Dede efe ile Ben ikinci landonda idik, arkamızdan da diğer zeybekler ve efeler 3-4 landonda bizi takip ediyorlardı. Yolda baş ucundan taşına paçavralar bağlanmış ve halk arasında sıtma için şifalı ad edilerek Dede dedikleri bir mezar göründü. Yanındaki Ali Kurtlu Dede Efe bu paçavralı mezarı görünce hemen arabayı durdurdu ve yere indi. Belinden büyük kamasını çıkardı ve mezarı kaması ile kazarak onu dağıtmaya ve yok etmeye çalışıyordu. Bunu gören Ali Efe de arabasını durdurdu ve yanımıza geldi “Ulan Dede ne yapıyorsun?” dedi. Dede efe de “Bir yerde iki dede olmaz ya o ya ben” dedi. Onun üzerine Yörük Ali Efe, Dede efenin elinden kamasını aldı. “Ulan kerata bununla bizim karılar ekmek pişirir, bu Zeybek kaması değildir” diyerek bu büyük kamaya fırlattı attı ve belinden daha küçük ve sivri uçlu olan kendi kamasını çıkarıp göstererek “işte zeybek kaması böyle olur” dedi. Ondan sonra “ hadi bin arabana !” işaretini vererek yürüdü Bu müdahalenin manası büyüktür. Bu hareket dini bir inanç ifade ediyordu. Ali Kurtlu Dede de cesur ve deli fişek olmasına rağmen ondan çekinir ve korkardı. Arabalar hareket etti. Sarayköy'e geldiğimizde çarşını ortasında ve kuyunun karşısında ağaçların altında oturduk.Kahve içiyorduk, bu sırada yukarıdan bir kuş Yörük Ali Efenin cepkenine kondurdu. Efe hemen tabancasını çıkardı tepesindeki dalda konmakta olan kuşa nişan aldı ve ateş etti, kuş düştü. Bunu gören efe can vermekte olan kuşa bakarak acıdı, “keşke vurmasaydım” diye hayıflandı. Halbuki Demirci Efe öyle değildir. Bir gün: Kaçaklıkta Sarayköy İstasyonunda 4-5 askeri abdeshane (tuvalet) içinde gözlerimizin önünde asker kaçağı diye sorgusuz cevapsız beyinlerine kendi eli ve kendi tabancası ile kurşun sıkmak suretiyle öldürmüştü, sonra da bir şey olmamış gibi müsterihine (gönlü rahat) kahve3sini içmeye devam etti. Bir gün Denizli'de gözlerimizin önünde Tümen Komutanı Albay Tevfik beyi, Vali Vekili Hakim beyi kendi eliyle öldürdükten sonra karşısında kendi emri ile cellatları yetmiş küsur zavallıyı enselerinden koyun keser gibi boğazlarken zavallıların can hırlaş seslerini, çığlıklarını duya duya Hükümet avlusunda rahatça nargilesini içiyordu. Her ne kadar bu olay iki meşhur efe arasında Yörük Ali Efe lehine bazı farık (ayırıcı) vasıflar gösterir gibi ise de Yörük Ali Efe nin Sultanhisar' ında bizzat irtikap ettiği haksız ve feci bir cinayette onu Demirci Mehmet Efe ye yaklaştırır. Her ne hal ise efelerimiz bütün bu kusurlarına rağmen vatan müdafaasında gösterdikleri ilgiden ötürü yine tarih karşısında hizmetleri takdire şayan görülerek affa mahzar olacakları tahmin edilebilir. Bahusustu ki Pirle beyli Mehmet bey, Hırkalı Halil Ağa Eski Vali Hilmi Bey, Antalyalı Nuri Bey, Albay Şefik Bey, Hacı Süleyman Efendi, Çerkez İsmail Efendi, Eski Milletvekili İlhami Bey, Hamza Bey, Hacı Şükrü Bey, Binbaşı İsmail Hakkı bey ve Jandarma Komutanı Nuri ve Ödemişli Tahir Beyler le Heyeti Merkeziye den Başkan Ömer, Başkan Vekili Tevfik, Belediye Reisi Emin, Giritli İsmail Hakkı, Çallı Tevfik Beyler gibi müşavirler daima umum K.Demirci Mehmet Efenin karargahına girip çıkıyorlardı. Binaenaleyh Efeyi ika ederek onu kötülüklerden az çok sakındırabilirlerdi.
Nihayet cahil bir köylüden başka bir şey olmayan Demirci Mehmet Efenin yaptıkları kötü işlerden biraz da gece gündüz yanında bulunan bu aydı kişilerin sorumlu olmaları icap etmez mi? Fakat maatteessüf bu kişilerden bazılarının bilakis Efeyi bazen kendi menfaatleri için tahrik ederek türlü türlü feci olayların ikacına sevk ettikleri de görülüyordu. Bu surette epeyce adamlar öldürüldü., hapsedildi, evler, çiftlikler, fabrikalar zapdedildi.
Kızlar kaçırıldı. Onun en bariz misali şudur ki, bu iki efeden birisi bugün milyoner vaziyette Nazilli'nin yarısını temellük etmiş durumda, diğeri de Sultanhisar civarındaki fabrikasında ve malik hanesinde hidiv ( Mısır Valisi) hayatı yaşamaktadırlar. Devletimiz ve Hükümetimiz onların hizmetlerine mükafatın bugünkü durumlarını hoş görmektedir. Bu keyfi olaylardan bir tanesini burada anlatmak isterim., Şöyle ki: O sıralarda Sarayköy kazası
Heyeti Milliye Başkanı idim. Bir gün Umum Kumandan Demirci Mehmet efeden bir tel aldım. Bundan Sarayköy'de bir İngiliz tebaasına ait olan pamuk çırçır fabrikasını Atçalı Kosti Efendiye verdiğini ve hemen tapu muamelesinin yapılarak fabrikanın Kosti efendiye teslimini emrediyordu. Ben cevabımda “Ben böyle Kanunsuz iş yapamam bu fabrika da bir İngiliz Tebaasına aittir, neticede başımıza siyasi bir dert çıkar, bundan vazgeçin” dedim. U.K.Demirci Mehmet efe Sarayköy Heyeti Milliye Başkanının bu menfi cevabından çok içerlemiş ve kızmış olacak ki Bir gün evimde arkadaşlarım ile otururken evimin kapısı acı acı dövüldü. Daha evvelden tiz ve sürekli düdük çalan bir tren sesi duyduğumda esasen şüphelenmiştim, arkadaşlara “bu trenden mutlaka zurnacı Ali efe var, Allah encamını hayır etsin yine bir şey var” demiştim. Zurnacı Ali efe trenlerde seyahat ederken daima lokomotife biner “Zurnacının geldiği belli olsun” diye mütemadiyen acı acı lokomotifin düdüğünü çaldırır, Deklimsek, zirzop bir Zeybek kızanı idi. Demirci Mehmet Efenin de sevdiklerinden di. (Nitekim yıllar sonra Denizli Milletvekili olarak Nazilli'ye ziyaretimde tesadüfen yolda gördüğüm eski U.K. Demirci Mehmet efe ile görüşürken yanımıza kıyafetsiz suratsız biri sokuldu. Demirci Mehmet efeye yine eskisi gibi Efem köyümüzde çalınan bir at için beni hırsız tuttular, hapse sokacaklar, Jandarma Kumandanına söyleyiver beni bıraksınlar” dedi. Eski U.K.Demirci Mehmet Efe de bana hitaben “Bunu tanıdın mı?” dedi Tanımadığımı söyleyince, “Zurnacı Ali Efe” dedi. O eski kurdun kuzuya döndüğünü görünce ben hayretle “Ulan sen ne oldun, hani eski halin “ dedim. O salak salak gülüyordu.) Hakikaten Zurnacı Ali Efe o vakit Sarayköy'e gelmiş ve beni çağırıyordu, mutat veçhiyle Zurnacı Ali Efenin ayağına gittim. Çarşı da şimdi yıkılan ve çay üzerinde o zaman Belediye dairesi olan binada Zurnacı Ali Efe beraberinde 10 kadar silahlı zeybek kızan ve Atçalı Kosti efendi bulunduğu halde beni bekliyordu. Zurnacı Al Efe beni görünce sert bir sesle gümüşlü mavzerine dayanarak cakalı bir surette “Şimdi Fabrikayı Kosti'ye teslim edeceksin Efemin emri” dedi. Sordum anladım ki Zurnacı Ali Efe kızanları ile ve hususi bir trenle Nazilli'den bu işe memur en, Kosti beraberinde olarak, Umum K. Demirci Mehmet Efe tarafından Sarayköy'e gönderilmiştir. Fabrikayı teslim etmezsem beni öldürmek kararındalar. Bununla bir iş bitmez ben öldüğümle kalacağım, fabrikada yine alınacak, bu tazyik karşısında hayatım bahasına olacak olan bu manasız muhalefetten zaruri olarak vazgeçtim ve bir İngiliz Tebaasına ait olmasından dolayı çoktan beri heyeti milliye mühür ü ile mühürlenmiş olarak muhafaza altında tutulan bu fabrikayı ( Bu amiri mücbirin tazyiki ile) eşyasını sayarak Kosti ye devir teslim ettim. Zurnacı Ali Efe hemen Fabrikayı Kostiye teslim ile bir saat sonra kendisini istasyonda bekleyen hususi trenle hareket ederek yarı saat sonra Nazilli'ye vardı.ve Oradan memnuniyet ifade edildi. Fabrikada bir hayli balya pamuk da vardı. Artı sonradan öğrendik ki bu fabrikayı asıl Kosti den sonra U.K. Demirci Mehmet Efe alacakmış ve nitekim içindeki pamuklarda Demirci Mehmet Efe namına Fabrika da Efeler tarafından kaldırılmış ve gönderilmiş.(Bu pamuk balyalarını bilahare bende Dinar istasyonunda gördüm) Bu kabil icraata bir diğer misal: Pirle bey eşrafından Mehmet Beyin güzel bir kızı vardı, bunu U.K. Demirci Mehmet Efe kardeşi için istiyor, Pirle beyli Mehmet Bey de Kızına küfüv (yaşıt-akran) olamayan bu efeye kızını vermek istemedi. Fakat efe zorla kızı kaçırdı ve nikahlandı, Kız bilahare teessüründen verem olup öldü.. Karacasu ilçesi inzibat komutanı Kamil Efe de Karacasu eşraflarından Hacı Sali Ağanın kızını iki karısı üzerine kaldırarak almıştı(Bu efeyi sonra öldürdüler)
Sonra Nazilli'de Umum K.Demirci Mehmet Efe diğer yerlerde de diğer efeler zorla halkı parasız angaryada çalıştırmak ve trenlerle ve arabalarla halka parasız kum ve taş taşıtmak, kireç yaktırmak ve taşıtmak suretiyle büyük büyük binalar yaptırmışlardır. Demirci Mehmet Efenin Nazilli'deki binaları hep bu surette yapılmıştır. Bu binalar bugün dahi kısmen natamam durmaktadırlar.
Yine bir gün Nazilli'de feci bir olay tüylerimizi ürpertti. O gün Sökeli Ali Efe Yüzbaşı Fikri Beyi kendi eliyle parça parça ederek vahşi yane bir surette öldürmüştü. Biz onu bu hareketinden ötürü U.K.Demirci Mehmet Efe tarafından belki hapsedilir veya cezalandırılır diye umuyorduk. Halbuki merkez komutanı Sökeli Ali Efenin neşeli bir surette Nazilli çarşılarında serbestçe dolaştığını ve Demirci Mehmet Efe tarafından tekdir bile edilmediğini öğrendik.
GALİP HOCA HADİSESİ :
Demirci Mehmet Efenin köşkteki karargahına “Galip Hoca” adı ile ve Hoca kıyafeti ile biri geldi. Efe bu Hocayı hüsnü kabul gösterdi. Dilbazlığı ile kiyaseti ile kendini U.K. Demirci Mehmet Efeye sevdiren Galip Hocayı bir müddet kendine müşavir olarak karargahında alıkoydu. Fakat sonra sağdan soldan “Bu zat hoca değil eski İzmir İttihat ve Terakki Katibi mesulü Celal beydir ( eski Başvekil Celal BAYAR idi), cepheye ittihatçılık sokuyor” diye dedikodular başladı. Bu dedikodular U.K. Demirci Mehmet Efenin kulağına gidince Efe kendisinin alet edildiğini zannederek kızdı, hatta Celal BAYAR' ı öldürmeyi bile tasarlamıştı. 20 Eylülde Celal Bayar güçlükle köşkteki karargahtan Sarayköy'e kaçıp hayatını kurtardı. Buldanlı zade Hacı Emin Efendinin konağında saklandı ve nihayet oradan da Ankara' ya gitti. Celal BAYAR' da efenin üzerinde müessir olamamıştır. Efe hiçbir vakit onun da direktifi altına girmemiştir.
ALİ KEMAL PAŞA MESELESİ :
İstanbul Hükümeti hala Milli Mücadelenin durdurulması ve dağıtılması için çalışmakta devam ediyordu. Dahiliye Nazırı Ali Kemal'in telgrafla yaptığı tehditler, heyeti nasihanların(insanların) nasihat ları mücahitler üzerinde hiçbir tesir icra edememişti. Mücahitlerin kandırılarak ve korkutularak dağıtılmasının temini maksadı ile merkez bir de Jandarma Genel Komutanı Ali Kemal Paşa yı göndermişti. Ali Kemal paşa beraberinde Kurmay Yarbay Mustafa bey olduğu halde 02/Ağustos/1919 tarihinde geldi. Aldığı emir üzerine Denizli, Sarayköy ve Nazilli'de bu ödevini yapmaya çalıştı. Milli Mücadeleyi baltalamak için elinden geleni yaptı, çok uğraştı. Buna rağmen azimle mücadeleye devam eden fedakar ve kahraman mücahitleri bir türlü kandıramadı, korkutamadı. Bilakis Paşa Nazilli'ye geldiği zaman U.K.Demirci Mehmet Efe Kendisini İstanbul Hükümetine karşı yardımlarını sağlama amacıyla fidyeinecat olarak hapsetti. Saray ve İstanbul Hükümeti bu olaydan pek çok endişelendiler.Sinirlendiler, Zira Ecnebi devletlere karşı güya tediple dağıtmaya memur oldukları asilere karşı “Mücahitlere” bir başarı gösteremedikten başka onların güya tenkidine giden U.Jandarma Komutanı bir de asiler ve bağiler “Mücahitlerimiz” eline esir düşmüştü. Hatta maddi ve manevi gösterilen bütün gayret ve teşebbüslere rağmen Saray ve İstanbul Hükümeti U.Jandarma Komutanını asilerin elinden bir türlü kurtaramıyordu da. Burada Türk'ün vazifesini bilir Hükümetine karşı sadak atını gösterir bir misalini vereceğim: U.Jandarma Komutanı Ali Kemal Paşa yı hapis bulunduğu odasında ziyaret eden Yörük Ali Efe ziyaretini bitirip çıktıktan sonra gözleri yaşlı idi. Bizleri görünce “Ben Paşanın yanına gelince Paşa ayağa kalktı, benim gibi bir eşkıya parçasına Devletin koca bir paşası ayağa kalkarsa o hükümetin ne kıymeti kalır, bundan çok üzüldüm” dedi. Demek ki Türk asaleti ruh iyesi bazen zulümden ve cehaletten dağlara çıkarak eşkıyalık yapmak suretiyle bazıları tarafından ne kadar isyan etse de kendisine hizmet eden temiz büyüklerine karşı daima kalbinde saygı taşır.. Fakat ne çare ki bunlar o saygıya layık büyükler değillerdi. Zira devletin varlığını ve şerefini Vatanının toprak bütünlüğünü korumak hususunda ödevli oldukları işleri ihanete kapılarak yahut korkularından yapmamışlardı. İşte Yörük Ali Efe de esasen bu büyüklerin “sözüm ona” eşkıyalara ayağa kalkacak kadar eksikleşerek bu derecelere düştüklerinden ötürü üzülüyordu.
Aydın Cenup cephesi bölgesinde askeri durum istikrarını muhafaza ediyordu.Düşman yine ara sıra deneme saldırılarında bulunuyor, mücahitlerimiz de kahramanca müdafaalarında devam ediyorlardı. Bu sırada en büyük fedakarlığı gösteren ve cephe idare ve sorumluluğunu üzerlerine alanlar cephe komutanı binbaşı İsmail Hakkı bey (eski cephe komutanı Binbaşı Hacı Şükrü Bey, U.K.Demirci efe ile geçinemediğinden 6/Kasım/1919 tarihinde cephe komutanlığından uzaklaştırılmıştır. ), Sarayköy Süvari Binbaşısı Ethem Bey yedek subay Ahmet Nazif , Yüzbaşı Zekai, Yüzbaşı Kemal , Yüzbaşı Kadri, Yüzbaşı Kevni, Arap Yüzbaşı Nuri Yüzbaşı Rasim, Yedek Subay Necmettin ve Cemal beyler ile daha isimlerini hatırlayamadığım çok değerli arkadaşlarımızdı ki hepsine buradan en derin candan saygılarımı ve hayranlıklarımı takdirlerimi sunmakla en şerefli ödevimi yapmış bulunuyorum. Bununla beraber Biz cephede ne vakte kadar müdafaada pasif bir halde bekleyebilirdik? Bu bekleyiş bahusus yine Yunanlıların lehine idi. Çünkü gün geçtikçe kuvvet celp ederek kuvvetleniyorlardı. Nihayet düşmanı yurdumuzdan sürüp çıkarmak ödevi bize düşüyordu. Fakat ne çare ki yokluktan zaruri ve mecburi olarak cephede tane ile sayılarak mücahitlerimize cephane dağıtıyor ve muzdur kalmadıkça ateş edip cephane israf etmemelerini ancak düşman taarruza kalkarsa müdafaada cephane kullanmalarını ve hatta bu gibi hallerde bile fırsat düştükçe süngüyü tercih ederek savaşmalarını tavsiye ediyorduk. Elde birkaç top vardı. Fakat bunların da kalmaları vaktiyle düşmanlarımız tarafından alınmıştı. Binbaşı Latif bey eski ustalardan Gıpgıp Ahmet bey' le bu topların Denizli'de kamalarını yapmak ve uydurmakla meşguldüler. Bu arkadaşlarımız az çok bu teşebbüslerinde başarı da elde ettiler. Bu durum karşısında zaman zaman Yunanlıların umumi taarruza kalkacakları da ara sıra şayi oluyordu. Bu sırada muvakkat bir zaman için Ödemiş Jandarma Tabur Komutanı Yüzbaşı Tahir Bey köşk ve Balyanbolu cephesi komutanlığı ödevini ifa ediyordu. Kendisi evhamlıca bir zattı. Ben ekseriya olduğu gibi mutadım veçhiyle cephe ile ilgilenip karargaha ziyarete giderdim. Yine böyle bir nezaket ziyaretinde bulunmak üzere Karargahta Komutan Tahir Beye uğramıştım. Ne var ne yoktan sonra ben Komutana “İyilik, yalnız bugün elime geçen Fransızca Tan gazetesinde Paris Konferansının bu bölgeyi Yunanlılara vaat ettiklerini okudum.Ve çok üzüldüm, İnşallah aslı çıkmaz” dedim, hakikaten o tarihlerde elime geçtikçe okuduğun Tan gazetelerinden birinde böyle bir şey görmüştüm. Tahir Bey, “Aman ne yapıyorsun öyle ise biz burada beyhude mi uğraşıyoruz ? diye bir feryattır kopardı. Bende “Aman Tahir bey kendine gel ne oluyorsun, metanetini muhafaza et, biz esasen burada ne için çalışıyoruz?” dedim, Fakat biraz fazla asabi olan bu zat hemen keyfiyeti fazlaca telaşlanarak Nazilli de U.K. Demirci Mehmet Efe den tel ile sormuş Nazilli'ye avdetimde beni U.K. Demirci Mehmet Efe karargahına çağırttı. “Cephenin maneviyatını bozuyorsun “ diye nerede ise beni öldürecekti. Bereket versin Pirle Beyli Mehmet Bey ve Hırkalı Halil Ağa Vesaire beni tanıyan ve seven zatların müessir ricalar ile kurtulabilmiştim. Görülüyor ki o tarihlerde cephe komutanlığı asabı zayıf, tecrübesiz kimseler elinde bulunuyordu. Binaenaleyh cepheye büyük rütbeli tecrübeli bir umum kumandan bulmak icap ediyordu. Bu sırada Yunan zulmü had dereceye gelmişti. İşgal altındaki zulüm ve işkenceden sürekli bir şekilde inleyen Yurttaşlarımızı da biran evvel kurtarmak gerekiyordu. Bu sırada Şark' tan bir güneş doğdu ve ümitli bir ışık göründü. İstanbul Hükümeti tarafından 9.Ordu Müfettişi tayin edilerek 19/Mayıs/1919 tarihinde Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa doğruca Erzurum'a gitmiş ve oradan resmi vazifesinden çekilerek Vilayeti Şarkiye Müdafai Hukuk Teşkilatına sadece bir Yurttaş gibi iltihak etmiş ve kongre ile beraber çalışmaya başlamış ve bize pek yakında orada teşkil etmiş olan “Yeşil Ordu” ile imdadımıza gelecekmiş, bundan pek çok sevindik. Yeisten dolayı biraz sarsılan maneviyatımız daha da yükseldi. Haftalarla bekledik bu yeşil ordu bir türlü kurulamıyor ve gelemiyordu, hatta bir intizara daha fazla dayanamayarak Sarayköy Kaymakamı Mithat beyle beraberce doğruca Mustafa Kemal Paşa ya bir telgraf çekerek “Kuru vahitler yeter artık acele fiili yardımlarınızı bekliyoruz” dedik. Gelen cevapta “İmdat yakın dayanınız” maillinde idi. Biz de esasen dayanmakta sebat ediyorduk, başka da ne yapabilirdik? Bu sıralarda hakikaten Şark' ta da önemli olaylar geçiyordu, merkezi Erzurum da bulunan 15. Kolordu Kazım Kara Bekir komutasında büyük dava da çok faydalı ve tesirli roller oynuyordu, Hatta Mustafa Kemal paşa 9. Ordu Müfettişi olarak Erzurum'a vardığı zaman resmi görevinden ayrılarak sade bir Yurttaş gibi Erzurum'daki Milli Mücadele teşkilatına katılması üzerine İstanbul Hükümeti tarafından 15. Kolordu Komutanlığına “Beraberinde 3.Kol Ordu Komutanı Albay Rafet Bey de bulunduğu halde orada hükümet emrine aykırı hareket eden 9. Ordu müfettişi Mustafa Kemal Paşa yı arkadaşları ile beraber yakalayarak mahfazan İstanbul'a gönderilmesi” emri verilmişti. 15. Kolordunun kahraman ( bugün rahmetli ) komutanı Kazım Karabekir Paşa bu emre itaat etmeyerek bilakis Mustafa Kemal Paşayı ( Atatürk) onunla el birliği yapmak suretiyle himaye etmiştir. Sonraları bu Kolordu ile Kazım Kara Bekir Paşa bütün Ermenistan ı fetih ederek orada Ermeniler ve Ruslarla Yurdun faydasına uygun şanlı anlaşmalar yapmış ve bu suretler de Şark' tan bütün tehlikeleri önleyerek istikrarı tesis etmiştir. Bütün Milli Mücadele boyunca Vatan için büyük kahramanlıklar gösteren bu büyük ölünün önünde saygı ile eğiliriz. Yüce Tanrı rahmetliden hoşnut olsun.


Hiç yorum yok: