8 Ekim 2008 Çarşamba

Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş Yılları -6- Belgesel


Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarına ait görsel ve işitsel kısa bir sunu izleyeceksiniz. Belgesel o yıllarda Türkiye ye davet edilen bir Sovyet Yönetmen tarafından çekilen film' in çok kısa bir bölümünü kapsamakta olup, özgün filmi Cumhurbaşkanlığı web sayfası videolar bölümünden izleyebilirsiniz.

Türü: Belgesel, Yapım Tarihi: 1934, Yönetmen: Sergey Yutkeviç, Lev Oskaroviç Arnstam

Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş Yılları -5- Belgesel


Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarına ait görsel ve işitsel kısa bir sunu izleyeceksiniz. Belgesel o yıllarda Türkiye ye davet edilen bir Sovyet Yönetmen tarafından çekilen film' in çok kısa bir bölümünü kapsamakta olup, özgün filmi Cumhurbaşkanlığı web sayfası videolar bölümünden izleyebilirsiniz.

Türü: Belgesel, Yapım Tarihi: 1934, Yönetmen: Sergey Yutkeviç, Lev Oskaroviç Arnstam

Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş Yılları -4- Belgesel


Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarına ait görsel ve işitsel kısa bir sunu izleyeceksiniz. Belgesel o yıllarda Türkiye ye davet edilen bir Sovyet Yönetmen tarafından çekilen film' in çok kısa bir bölümünü kapsamakta olup, özgün filmi Cumhurbaşkanlığı web sayfası videolar bölümünden izleyebilirsiniz.

Türü: Belgesel, Yapım Tarihi: 1934, Yönetmen: Sergey Yutkeviç, Lev Oskaroviç Arnstam

Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş Yılları -3- Belgesel


Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarına ait görsel ve işitsel kısa bir sunu izleyeceksiniz. Belgesel o yıllarda Türkiye ye davet edilen bir Sovyet Yönetmen tarafından çekilen film' in çok kısa bir bölümünü kapsamakta olup, özgün filmi Cumhurbaşkanlığı web sayfası videolar bölümünden izleyebilirsiniz.

Türü: Belgesel, Yapım Tarihi: 1934, Yönetmen: Sergey Yutkeviç, Lev Oskaroviç Arnstam

Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş Yılları -2- Belgesel


Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarına ait görsel ve işitsel kısa bir sunu izleyeceksiniz. Belgesel o yıllarda Türkiye ye davet edilen bir Sovyet Yönetmen tarafından çekilen film' in çok kısa bir bölümünü kapsamakta olup, özgün filmi Cumhurbaşkanlığı web sayfası videolar bölümünden izleyebilirsiniz.

Türü: Belgesel, Yapım Tarihi: 1934, Yönetmen: Sergey Yutkeviç, Lev Oskaroviç Arnstam

Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş Yılları -1- Belgesel


Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarına ait görsel ve işitsel kısa bir sunu izleyeceksiniz. Belgesel o yıllarda Türkiye ye davet edilen bir Sovyet Yönetmen tarafından çekilen film' in çok kısa bir bölümünü kapsamakta olup, özgün filmi Cumhurbaşkanlığı web sayfası videolar bölümünden izleyebilirsiniz.

Türü: Belgesel, Yapım Tarihi: 1934, Yönetmen: Sergey Yutkeviç, Lev Oskaroviç Arnstam

28 Eylül 2008 Pazar

Mustafa Kemal Atatürk'ün Amerikalılara Hitabı


Gazi Mustafa Kemal'in Amerikalılara Hitabı (Görüntüdeki diğer kişi ABD Büyükelçisi Joseph C. Grew)

21 Eylül 2008 Pazar

Mustafa Kemal Atatürk - Vals ve Zeybek Oyunu / Sümer Ezgü

Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatından 8 ay önce Bursa'da, Vals ve Zeybek oyunun canlandırılması


Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatından 8 ay önce Bursa'da katıldığı balonun canlandırıldığı 'Son Balo Vals ve Zeybek' belgeselinin Tayyare Kültür Merkezi'nde yapılan galasına, belgeselde Atatürk’ü canlandıran sanatçı Sümer Ezgü’nün oynadığı Zeybek oyunu damgasını vurdu. Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla hayata geçirilen belgeselin gerçekten etkileyici olduğunu düşünmekteyim. Etkinlikte, güreşçilerin güreşmeleri Atatürk'ün Türk geleneğini nasıl yaşattığını da gösteriyor. Yorumlayan kişinin sesi, belgesel tadındaki harika görsellik ve müzik geçişleri belgeseli daha bir izlenesi kılıyor. Yönetmenliğini Biray Dalkıran'ın yaptığı belgeseli aşağıdaki web adresinden mutlaka izlemenizi öneririm.

7 Eylül 2008 Pazar

Mustafa Kemal ve Kararlı Bir Saldırı: BÜYÜK TAARRUZ / Handan DİKER

Mustafa Kemal ve Kararlı Bir Saldırı: BÜYÜK TAARRUZ ( 26 Ağustos 1922 )


Dr. Handan DİKER – Yeditepe Ün. Öğr. Grv. , Cumhuriyet Gazetesi – 26.08.2008

"Sorumluluğu üzerine almak yürekliliği ve hevesi her işte en çok gerekli olan bir özelliktir. Birçok insanlar, sorumluluğun başkalarında olduğunu bildikleri zaman, en atılgan ve yürekli kişiler olurlar. Ama sorumluluk eğer kendilerinde olursa, bu yüreklilik ve atılganlığın azaldığı ve çekingen oldukları görülür. Halbuki sorumluluğu bilerek, hesaplayarak üzerine alan in­sanlar, küçük ve büyük, aldık­ları işlerde başarı gösterir." M. K. ATATÜRK


26 Ağustos 1922, Türk dev­rim tarihimizde Büyük Taar­ruz'un ya da son utkunun ta­rihi olarak bilinir. Büyük Taar­ruz ile Ulusal Kurtuluş Sava­şımız sonuçlanmıştır. Yapılan bu saldırı ve ardından gelen başarı da Mustafa Kemal'e aittir.


Mustafa Kemal, taarruz ön­cesinde hep saldırının gizli tu­tulmasını istemiştir. Hazırlıklarını gizlice tamamlayarak 25 Ağustos 1922 akşamı da Ana­dolu ile dış dünya arasındaki tüm haberleşmelerin kesilmesi emrini vermiştir. Karargahını önce Şuhut kasabası ya­kınlarındaki bir dağlık bölgeye, ardından da Kocatepe'nin ar­kasındaki bir kampa taşımıştır.


Saldırı sabah saat 5.30'da Afyonkarahisar' ın karşısında­ki Kocatepe'den gelen top sesleri ile başlamıştır. Gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın o sa­bahı şöyle betimleyecektir:

"Ve bir ağustos sabahı Af­yonkarahisar karşısındaki te­pelerden gürüldettiğin top, bütün yumulu gözleri uyardı... O kükreyiş içli dışlı anla­yışsızlara işte senin cevabın­dı ... Sen kendin o sabahın anlamını Dumlupınar nutkun­da ne güzel anlatıyorsun. "


Bu savaşta Türkler Dumlupınar tepelerini ele geçirdikle­ri an savaşın sonu da gelmiş­ti. Yunan ordusu önce geri çe­kildi. Sonra da kaçmaya baş­ladı. 9 Eylül1922'de Türk birlikleri İzmir' e girdi. Ruşen Eş­ref, Mustafa Kemal’ in İzmir'e ilişkin görüşlerini şöyle açıklı­yor: "Sen, "nice yakılmış, yıkılmış kasabalarımızın içinden yüreğin dağlanarak geçmiş adam: O gün İzmir'i hiçbir yıkıntıya uğramamış olarak kur­tardığından dolayı sevinç du­yuyordun. Arabadan elinle İz­mir'i göstererek "Bu güzel şehre bir zarar gelseydi pek yazık olurdu! Çok acırdım doğrusu.., diyor­dun" Mustafa Kemal Büyük Nutuk'unda düşmanın yenilip kesin zafere ulaşma süresini 5 gün olarak belirtmiştir: "Efendiler .. 26-27 Ağustos günle­rinde, yani iki gün içinde düş­manın Karahisar' ın güneyinde 50, doğusunda da 20-30 km uzanan tahkim edilmiş cep­helerini düşürdük. Yenilgiye uğrayan düşman ordusunun tüm kuvvetlerini 30 Ağustos' a değin Aslıhanlar yöresinde sar­dık. 30 Ağustos'ta giriştiğimiz 'savaş sonunda (Buna Başkomutanlık Muharebesi adı ve­rilmiştir.) düşmanın asıl kuv­vetlerini tepeleyip tutsak aldık. Düşman ordusu başkuman­danlığını yapan General Tri­kopis de tutsaklar arasına ka­tıldı. Demek ki tasarladığımız kesin sonuç beş günde alınmış oldu."


Görüyoruz ki 26 Ağustos 1922 tarihinde Kurtuluş Savaşı sona ermiştir. Kurtuluş Savaşı'nın amacı bir imparatorluğu kurtarmak değil, öz yurdun sınırları içinde bağımsız bir yeni devlet, Yeni bir Türk Dev­leti kurmak olmuştur. Musta­fa Kemal'in yaptığı bu eylem ile şekillenen Türk toplumu da, yepyeni bir devlet yapısına kavuşmuştur. Nitekim, Sakar­ya Savaşı'ndan döndüğü ak­şam Çankaya Köşkü'nün alt katında bulunan sofada Mus­tafa Kemal şu sözleri söyle­miştir: "Her büyük meydan muharebesinden sonra yeni bir alem doğmalıdır.”


Gerçekten Büyük Taarruz sonrasında yeni bir alem doğ­du. Çağdaş, laik bir yeni devlet. Bu yeni devletin temel ni­telikleri de Mustafa Kemal'in 13 Ağustos 1923'te söylediği şu sözlerde yerini bulmaktadır:

"Efendiler! Bugün haklı olarak övünebileceğimiz başarıların sırrı yeni Türkiye Devleti' nin ku­ruluşundadır. Gerçekte Türkiye Devleti' nin bu yeni kuruluşunun dayandığı temeller, oluşum bakımından kendin­' den önce kurulmuş tarihsel kuruluşların yapılarından baş­kadır. Bunu bir sözcük ile belirtmek gerekirse diyebiliriz ki, Yeni Türkiye devleti bir halk devletidir. Halkın Devletidir. Geçmişteki kuruluşlar ise bir kişinin devleti idi. Kişilerin dev­leti idi. "

5 Eylül 2008 Cuma

Türkiye'nin Kalbi Ankara / Belgesel

Türkiye'nin Kalbi Ankara / Belgesel

(http://www.tccb.gov.tr/sayfa/ata_ozel/video/)


Türkiye'nin Kalbi Ankara Türü: Belgesel, Yapım Tarihi: 1934, Yönetmen: Sergey Yutkeviç, Lev Oskaroviç Arnstam


Atatürk'ün isteği üzerine Rus yapımcılar tarafından çekilen ancak 1969 yılında TRT'de gösterildiği sırada dönemin TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak tarafından gece baskınıyla yayından yarım kesilerek apar topar kaldırılan "Türkiye'nin Kalbi Ankara" belgeseli Cumhurbaşkanlığı’nın internet sitesinde yayınlanmaya başlandı.

Yıllardır hiçbir yerde gösterilmeyerek yasaklı kalan belgeselin çekimi Atatürk'ün özel isteğiyle oldu. Atatürk'ün Cumhuriyet'in 10. kuruluş yıldönümü dolayısıyla bir belgesel çekilmesini istemesi üzerine Sovyetler Birliği'ne teklif götürüldü ve genç yönetmen Sergey Yutkoviç Türkiye'ye gelerek belgeselin çekimlerine başladı. Belgeselde Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye Cumhuriyeti'nin kalkınması ve yaralarını sarması Ankara özelinde anlatıldı. Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye-Sovyetler Birliği dayanışmasının vurgulandığı belgeselde Cumhuriyet'in 10. kuruluş yıldönümü törenlerinin de geniş bir biçimde yer alıyor. Belgesel sinema tarihi açısından büyük önem taşıyan Türkiye'nin Kalbi Ankara'da 10. yıl Marşı'nın yanı sıra Sovyetler Birliği Milli Savunma Bakanı Voroşilov'un Türkiye'yi ziyaretiyle ilgili olan bölümünde Enternasyonal Marşı da çalınıyor. Belgesel, Cumhuriyeti anlatan ilk belgesel olması açısından da büyük önem taşıyor. 1969 yılına kadar kimsenin pek fazla bilmediği belgesel TRT'deki gösterimi sırasında TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak'ın TRT'yi basmasına ve filmi engellemesine neden oldu. Atatürk'ün ölümünün 31. yıldönümü dolayısıyla 10 Kasım 1969'da TRT'nin özel yayını sırasında gösterilen filmin ardından TRT Program Daire Başkanı Mahmut tali Öngören'in görevine önce ara verildi ardından görevinden atıldı. O gecenin yayın sorumlusu gazeteci Varlık Özmenek ise disiplin cezasına çarptırıldı ve 12 Mart'ın ardından o da TRT'den atıldı.

Özmenek, 10 Kasım 1969'da programın nasıl yayından kaldırıldığını ve yaşadıklarını ANKA'ya anlattı. O gece Atatürk'le ilgili özel bir yayın paketi hazırladıklarını ve paketin sonunda da “Türkiye'nin Kalbi Ankara” belgeselinin göstermeyi planladıklarını söyleyen Özmenek yaşadıklarını geceyi şöyle anlattı: “Filmi bilen ve bulan kişi benim. Sovyetler Birliği Elçiliğinden istedik onlar da filmin orijinalini bulup bize getirdiler. Filmin gösterildiği sırada biz yayın odasındaydık. Ben yayın sorumlusu Mahmut tali Öngören de Program Dairesi Başkanıydı. Televizyon yayınlarını o dönemde Mithatpaşa Caddesi üzerinde bir apartmanda yapıyorduk. Filmin ortalarına doğru TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak stüdyoya geldi ve ‘Bu film ancak Moskova'da seyrettirilebilir. Yayını kesin' diyerek yayını durdurdu. Bu olay galiba dünya televizyon yayıncılık tarihinde de bir ilk oldu. Adnan Öztrak geldiği zaman ben anladım ki filmi bilmiyor. Oysa film Atatürk'ün ricası üzerine çekilmişti. Türkiye o zamana kadar 10. yıl marşını bile bilmiyordu, bu filmle birlikte öğrendi. Şimdi bu marş banka reklamlarında bile çalıyor. Öbür gün yer yerinden oynadı ve savcılık hareket geçti. Diğer gün de TRT Yönetim Kurulu toplandı. Mahmut Bey'in görevine ara verildi bana da disiplin cezası verildi. Savcılık ise daha sonra takipsizlik verdi.”

Özmenek, yayın durdurmanın özerk, demokratik yayıncılığa karşı ve özgür düşünceye karşı acımasız ve vandal bir olay olduğunu söyleyerek kendilerine bunu yapanların hala özür dileyebileceğini belirtti. TRT yayınlandığında olay olan ve yayını durdurulan belgeselin yıllar sonra Çankaya Köşkü'nün internet sitesinde yayınlanmasını olması gereken bir uygulama olarak değerlendiren Özmenek, “Film Cumhuriyet'in kurucusunun isteği üzerine yapılmış ve dünya belgeselcilik tarihinde de önemli bir yeri var. Hem sinematografik anlamda, hem kültürel ve tarihsel olarak önemlidir. Bugün Çankaya'nın sitesinde olması sadece olması gereken uygar bir davranıştır, uygar bir işlemdir”

(http://www.tccb.gov.tr/sayfa/ata_ozel/video/)

Türkiye'nin Kalbi Ankara Türü: Belgesel, Yapım Tarihi: 1934, Yönetmen: Sergey Yutkeviç, Lev Oskaroviç Arnstam

4 Eylül 2008 Perşembe

Şehit Kızı / Ümit Zileli

Şehit Kızı / Ümit Zileli (Cumhuriyet, 04.09.2008 )

Telefondaki ses çok çekingen ve bir o kadar da çekingendi:

- Ümit Bey'le mi görüşüyorum?..

- Benim, buyrun?..

- Ben, Kader Gündüz...

İsim hiçbir şey ifade etmemişti. Tam anımsayama­dığımı söylemek üzereyken o tamamladı:

- ŞehitTuran Gündüz'ün kızı!..

Önce zaman durdu!.. Sonra, 22 yıl önceye, 20 Şu­bat 1986, Tunceli, "Geyiksuyu Karşılar Köyü Ope­rasyonu"na gidiverdim ...

Karşılar köyünde biri kadın üç PKK'li teröristin saklandığı ihbarı Jandarma Komando Tugay Komutanı Osman Çitim'e sabaha karşı ulaştırılmıştı. Plan son derece basitti: Dört, beş ve altıncı bölük timleri uni­moglarla karayolundan Geyikşuyu' na ulaşarak Karşı­lar köyünü çembere alacak, Özel Tim ise iki helikop­terle köye havadan baskın yapacak, teröristler Özel Tim'in elinden kurtulmayı başarsalar bile bu kez diğer timlerin eline düşeceklerdi.

- Maalesef öyle olmadı!..

Tugayda destek kuvvet olarak yalnızca benim ko­mutamdaki karargah bölüğü kalmıştı .. Önce koman­do timleri gitmiş, ardından da yaklaşık 2 saat kadar son­ra on altı Özel Tim elemanını taşıyan helikopterler ha­valanmıştı. Telsizden ilk haber operasyon başladıktan yarım saat sonra geldi:

- Bir şehit vermiştik! ..

Saatler geçtikten sonra gerçek, içinde Turan Gün­düz'ün cesedi ve yaralı bir eri taşıyan helikopterle bir­likte ulaştı:

- Teröristler kaçmıştı!.

***
Olayın tamamını sabaha karşı, Özel Tim dönünce öğrendik ...

Hepsi yarı donmuş, bitkin ama öfkeli ve hınç do­luydular. Operasyonun can damarı sayılan zamanla­mada yapılan bir hata her şeyi mahvetmişti:

- Karayoluyla giden birlikler bölgeyi kuşatama­dan. helikopterler Karşılar köyüne ulaşmıştı ..

- İlk helikopter Özel Tim'i köyün epeyi gerisine bırakırken, diğer helikopter tam teröristlerin giz­lendiği evin alt tarafına bırakmış ve açılan ateş so­nucu Özel Tim Kürtçe Tercümanı Turan Gündüz şe­hit olmuştu.

- Teröristlerin üzerinde beyaz kar elbiseleri, onun da üzerinde bildiğimiz naylon vardı. Yani hem karın üzerine yattıklarında görünmez oluyorlar, hem de naylon sayesinde kayabiliyorlardı. Buna karşı­lık birliklerin üzerinde haki renkte kazak ve parka vardı. Yani en elverişli şekilde görülebiliyorlardı.

Takip akşama kadar devam etmiş, bazen aradaki mesafe 20-30 metreye kadar inmişti. Beşinci Bölük Ko­mutanı Arif Üsteğmenin tüfeğine çarpıp seken bir kur­şun yanındaki eri yaralamıştı. (Sevgili Arif Üsteğmenim şimdi Tuğgeneral ve Şırnak'ta görev başında!) üç te­röristse kaçmıştı...

Helikopter tugay pistine indiğinde herkesin gözleri yaşlıydı. Göz çukurlarına dek ter, çamur ve öfkeye bulanmış iki Özel Tim astsubayı dışarıya atladı. Hemen ardından bir sedye uzandı gecenin ayazına doğru ... Üzerinde gencecik bir bedeni taşıyordu ... Daha 20'li yaşlarının başındaki Turan Gündüz’ün şehit bedeni…

- Ağlayarak selam durduk ...

***

Kader, babasının şehit olduğu tarihten iki ay sonra, 22 Nisan 1986'da dünyaya geldi .. Babasını yalnızca resimlerinden ve bölük pörçük anılardan tanımaya ça­lışmıştı... Ve 22 yıl sonra bir gün babasının asteğme­nine ulaşmaya karar verdi...

Kader'le hemen buluştuk. Karşımda 22 yaşında, Ana­dolu Üniversitesi iletişim Fakültesi son sınıf öğrenci­si pırıl pırıl bir şehit kızı duruyordu ... Uzun uzun ko­nuştuk. Ona babasını ve o günü anlattım ... Sonra o gü­nü bizzat operasyonun içinde yaşamış olan Mustafa Gün Asteğmen, sanki malum olmuş gibi aradı, onun­la da konuştu. Kader'den ayrıldıktan sonra Mustafa'yı aradım. Şu karara vardık:

- Artık ortak bir kızımız var! ..

Peki, ben bu buluşmayı niçin anlattım? .. Çünkü, Tür­kiye' de binlerce Kader var ve her gün yeni Kaderler ka­tılıyor onlara ... O aziz şehitlerin çocukları ... Bir şeyi da­ha anlatmak için yazdım:

- Bu vatan kimilerinin zannettiği gibi, hiç ama hiç ucuz değil!..

27 Ağustos 2008 Çarşamba

BÜYÜK TAARRUZ - 26 Ağustos 1922, Saat: 05.30 / Kemal OCAK

BÜYÜK TAARRUZ - 26 Ağustos Saat: 05.30 / Kemal OCAK 
(Eski MEB Müfettişi , Cumhuriyet Gazetesi - 26.08.2008) 

1922 yılının 26 Ağustos günü, Kurtuluş Savaşımızda Büyük Taarruz'un başladığı, ölüm ve kalım anlarının yaşandığı gündür. Üstelik bu savaş, kurulacak ulusal devletin temeli olacak, Türk halkı kendi devletini kuracak; sınırlarını çizecek; dilini, kültürünü, topluma egemen kılacak... 

Ne var ki; bugün ülkemizde tarihi tek yanlı öğrenen bilgisizler ile tarihimizle hesaplaşmak isteyenler var... 

Oysa tarihi tek yanlı öğrenmek, belirli bir yargıya varmak büyük bir eksikliktir. 

Gerçek şu ki, tarih, ulu bir yargıçtır. Her önderi her kahramanı, her olayı inceden inceye sorguya çeker. Liderin yüksek yeteneğini, görüşünü, dönemin olaylarını kırmızı ve kazınmaz mürekkeple yine tarihin sayfalarına not düşer. 

Ben de bir kez daha bu onurlu Başkomutanlık Meydan Savaşı'nı anmak, bu tarih bilmezleri, yine tarihin sayfalarına düşen bu notlarla bilgilendirmek istedim. 

Yunanlıların 15 Mayıs 1919'da büyük ümitlerle başlattıkları Anadolu Seferinden, Kapadokya rüyasından bozgun ile uyanan subaylarından "Yunan Seferi" adlı yapıtın yazarı albay bakın neler yazar: 

"Anadolu Seferi bizim en büyük en tatlı rüyamızdı. Arkamızda Ege Denizi'ni bırakarak büyük devletlerin desteği ile yüzyıllar öncesi dedelerimizin denen topraklara ayak basacaktık. Bizleri mitolojide olduğu gibi başlarında defne dalları, beyaz harmaniyeli flüt çalan genç kızların çiçeklerle karşılayacaklarına inandırmışlardı. 

Oysa, İzmir Kordonu'na ayak basar basmaz kafeslerin arkasından homurtular yükseldi ve hemen üstümüze ateş açıldı. Daha sonraları durum gitgide kötüleşti. Kemal'in dev gölgesi içinde Türklerin vatanlarını canları pahasına korumakta kararlı olduklarını anlamıştık. Ama iş işten geçmişti. 

Bizi sonuna kadar desteklemeye söz veren büyük devletler felaketimize seyirci kaldıkları gibi, bizi de işgalci, maceracı, zalim, küçük emperyalist rolünde sahneye çıkarmışlardı. 

Sonuç korkunç oldu. En önemlisi de Yunan ordusu ile Türk ordusu kumandanları arasındaki yaş, nitelik faktörleriydi. 

Türklerin başında çeşitli savaşlardan yeteneğini, askerlikteki ustalığını dünyaya kabul ettirmiş 39 yaşında General Mustafa Kemal. Cephe kumandanı ondan da genç, önceleri albay, sonraları General İsmet. Yaşı 40 ile sayılan Genelkurmay Başkanı General Fevzi. Süvari Komutanı Albay Fahrettin. Kolordusu ile 26 Ağustos 'ta atına binmiş Tümenini coşturarak ileri atılan Yarbay Salih. Daha niceleri albay rütbesinde kolordu komutanları İzzettin ve Abdurrahman Beyler... 

Gelelim bizim tarafa: Yunan Ordusu Başkumandanı Hacı Anesti, yaşını başını almış, üstelik mutedil iklimde görev yapar diye raporlu. Karargahını İzmir' de kurmuş, cepheden yüzlerce kilometre geriden muharebeleri idare etme çabasında (!). 

Cephe Kumandanlığında General Trikopis, yalnız adam ve kendilerini kanıtlayamayan öbür generaller Papagos, Papulas, Diyenos, Kandilis... 

İşte bu büyük savaşta Türk ulusunun yazgısını değiştirecek ÖLÜMCÜL DARBE 1922 Haziran sonlarında önce Mustafa Kemal'in kafasında, sonrada önündeki haritada şekillenir: Başkumandan Mustafa Kemal, hazırlıkları gözden geçirmek için 21 Temmuz 1922'de Ankara'dan ayrılır. 

27 Temmuz'da tekrar Akşehir'e döner. 27-28 gecesi Fevzi ve İsmet Paşalarla hazırlanan taarruz planını bir kez daha gözden geçirir. 

28 Temmuz 1922 Cuma günü bir futbol maçı bahanesiyle ordu ve kolordu komutanları Akşehir' e davet olunur. 

Böylece taarruzun nereden, ne zaman ve nasıl yapılacağı kendilerine anlatılır. 

Mustafa Kemal 20 Ağustos 1922 günü Akşehir Batı Cephesi Kumandanlığı Karargahı'na gider. 

26 Ağustos 1922 Cumartesi günü saat 05.30'da taarruz edileceği emrini verir. Taarruz yoğun topçu ateşiyle başlar, iki günde Afyon'un güneyindeki düşman hatları yıkılır ve düşer. 

Yenilen düşmanın büyük güçleri 30 Ağustos'ta Aslıhanlar bölgesinde çevrilerek yok edilir. Yunan Ordusu Başkumandanı Trikopis de etrafındakilerle birlikte tutsakların arasında bulunur. 

Mustafa Kemal, ulusunun yazgısını değiştirecek bu savaşı Kocatepe' den yönetir, bu savaşın adına Başkomutanlık Savaşı denir. 

Bu kutsal savaş Türk ulusunun yeniden doğuşunu sağlar. Ayrıca Mustafa Kemal'in Kocatepe ' de kazandığı zafer bütün "Mazlum Milletlere" öncü olur. 

Bu savaşla emperyalizmin Anadolu' daki başı ezilir. Bu büyük zaferin ardından Türklerin yenilmez gücü dünyaya bir kez daha tanıtılır, bundan sonra ulus özgür, bağımsız, başı dik, alnı açık yaşamını sürdürür. 

26 Ağustos'un 86. yıldönümünde bize içinde onurla yaşayacak bir vatan bırakan Mustafa Kemal ile silah arkadaşlarına, kanlarını bu kutsal topraklara akıtan, bu uğurda şehit olanlara minnet, şükran ve gönül borcumuzu biz ve torunlarımız hiç unutmayacağız.

5 Haziran 2008 Perşembe

Sarıtekeli Aşiretinden Yörük Ali Efe...

Yörük Ali Efe

"Bir fert ne kadar yüksek ve kahraman olursa olsun, "millete iyilik yaptım" diyemez ancak "hizmet ettim" diyebilir" Yörük Ali Efe


Yörük Ali Efe, (d. 1895-Kavaklı, Sultanhisar, Aydın, ö. 23 Eylül 1951-Bursa), Kurtuluş
Savaşı sırasında 16 Haziran 1919'da Malgaç Baskını ile düşmana ilk darbeyi vurmak suretiyle Aydın yöresinde düşman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurmuş olan Türk kahramanı.

Babası Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Apti, annesi yine Yörüklerin Atmaca Aşireti'nden Fatma’dır. Yörük Ali 19 yaşına geldiğinde, Aydın (il) dağlarında dolaşan Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin gurubuna katılmak istedi. Ağır bir sınavdan geçirilerek guruba alındı. Kısa zamanda Efe’nin ve tüm zeybeklerin güven ve sevgisini kazanarak gurupta ikinci adam konumuna yükseldi. Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin Bozdoğan Kavaklıdere baskınında ölmesi üzerine Yörük Ali Efe olarak gurubun başına geçti. 

Dört yıldan fazla dağlarda dolaşan Yörük Ali Efe, bu süre içinde daima ezilenin mağdur edilenin, güçsüzün yanında oldu. Haklı olarak halk tarafından sevildi, itibar ve destek gördü.

Yörük Ali Efe 1919 senesinde dağdan indi. O sıralar düşman İzmir’i,
ardından Aydın ve Nazilli’yi işgal etmişti. Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları, Aydın İli’nin Çine ilçesi Yağcılar köyünde toplanarak, Yörük Ali Efe ve arkadaşlarının 16 Haziran 1919 tarihinde Sultanhisar ve Atça arasındaki Malgaç deresinin üstünden geçen Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki Yunan karakoluna baskın yaptılar. Baskın sonunda karakol tümüyle imha edildi, cephane ve erzaklar ele geçirildi. 

Bu baskın Batı ve Güney Anadolu’da düzenli, bilinçli, ve milli şuurla düşmana yapılan ilk baskın olarak kabul edilmektedir. Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vermiş, düşmanın yurttan kovulabileceğine olan inancını arttırmış ve Yörük Ali Efe’nin liderliğini perçinlemiştir. 

Düşman beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılmış, Nazilli’deki kuvvetlerini Aydın istikametine çakmıştır. Ne yazık ki çevreyi yakarak, yıkarak, masum insanları öldürerek...

Daha sonra 7. Tümen kumandanı Şefik Aker’in başkanlığında kurulan halk meclisinde oy birliğince alınan karar uyarınca Aydın, Yörük Ali Efe emrindeki kuvvetler tarafından kurtarılmıştır. Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen düşman ordusu Aydın’ı ikinci kez işgal etmiştir. 

Artık kanlı savaşlar başlamıştır. Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle, donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratılmıştır. Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellenmiştir.

Düzenli ordunun kurulması üzerine
Yörük Ali Efe, emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir gurubu her ferdinin istek ve sevgisiyle orduyla bütünleştirmiştir. 

Kendisi de Milli Aydın Cephesi Komutanı olarak savaş sona erene kadar vatani görevini sürdürmüştür. 

Yörük Ali Efe alçakgönüllü bir insandı. Kurtuluş Savaşı'ndaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu cevabı her zaman hatırlanacaktır: 

"Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin bir çoğunu bana ve başkalarına mal ederler. Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki? Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş, bizim gibi duymuş, ondan sonra da bizimle beraber olmuştur. Milli mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin şamatası olur mu ki?"

Cumhuriyet döneminde Yörük soyadını alan Ali Efe, Kurtuluş Savaşından sonra altı sene
İzmir’de yaşadı, 1928 senesinde, Kurtuluş Savaşında bir süre karargahı olan Yenipazar’a taşındı. 1951 senesinde, İzmir'de geçirdiği tramvay kazasında bacaklarını kaybetmiş, 1953 yılında tedavi için gittiği Bursa’da ölmüştür. 

Yörük Ali Efe vasiyetinde Yenipazar’da toprağa verilmesini istedi. Ayrıca "Halkı iyidir, toprağı sever, toprağı seven insan sever. Ben orada rahat ederim dedi." Kuvayı Milliye’nin bu değerli komutanı TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Ayrıca Türk halkının onun adına yaktığı bir türkü de vardır.


Yörük Ali Türküsü


Şu Dalama'dan geçtin mi,
Soğuk da sular içtin mi
Efelerin içinde içinden
Yörük de Ali'yi seçtin mi?

Hey gidinin efesi, efesi
Efelerin efesi

Şu Dalama'nın çeşmesi
Ne hoş olur içmesi
Yörük de Ali'yi sorarsan
Efelerin seçmesi

Hey gidinin efesi efesi
Efelerin efesi

Cepkenimin kolları
Parıldıyor pulları
Yörük de Ali geliyor
Açıl Aydın yolları

Hey gidinin efesi efesi
Efelerin efesi

=============================

Aydın ve Havalisi Kuvayi Milliye Umum Kumandanı Demirci Mehmet Efe

Demirci Mehmet Efe

Milli Mücadele kahramanlarından olan Demirci Mehmet Efe 1885 yılında Aydın'da doğdu. Babası, Nazilli'nin Pirlibey köyünde demircilik yaptığı, kendisi de onun yanında çalıştığı için "Demirci" lakabıyla anılırdı; sonradan bu lakabı kendisine soyadı seçti. I. Dünya Savaşı'nda askere alınan Demirci Mehmet, İzmir'deki 5. Depo Alayına verildi. Fakat ermeni asıllı bir subay(Yüzbaşı) tarafından hakarete uğrayınca dayanamayıp askerden kaçtı. Köyüne dönen demirci, burada rahat durmayınca Çakırcalı Mehmet Efe tarafından Ödemiş'in Fata köyüne imam olarak gönderildi. Çakırcalı'nın ölümünden sonra Yanık Ali Efe çetesine katılan Demirci cesareti gözüpekliği sayesinde çete içinde önemli bir konum aldı ve kısa zamanda Aydın ve Ödemiş havalisinde zorlu ve amansız bir efe oldu. Ödemişli Gökdeli Zeybek'in çetesine katıldı. Bir süre sonra kendisi de ayrı bir çete kurarak eşkıyalık yapmaya başladı ve güvenlik kuvvetlerini bir hayli uğraştırdı.

Yunanlılar İzmir'e çıkıp, Aydın'ı da ikinci kez işgal edince, Demirci Mehmet Efe 200 kişilik çetesiyle 11 Temmuz 1919'da Aydın Cephesi'ndeki milli kuvvetlere katıldı. Aydın'da katıldığı bir çarpışmadan sonra Aydın cephesi Kuvayı Milliye komutanı olan Mehmet Efe, düşmana yapılan baskınlarda büyük rol oynadı. Sökeli Ali Efe'nin Denizli'de öldürülmesine kızarak Denizli'yi bastı ve pek çok kişiyi kuşuna dizdi.

22 Haziran 1920'de başlayan genel Yunan saldırısı üzerine Eğridir, Isparta dolaylarındaki dağlara çekilen Demirci Mehmet Efe'nin, Kuvayı Milliye ile düzenli ordu arasında başlayan çekişme sırasında Çerkez Ethem'le haberleşmesi şüphe uyandırdı; 15-16 Aralık 1920'de Refet Bele'nin süvari birliklerinin baskınına uğrayan Demirci Mehmet Efe kuvvetleri dağıldı, kendisi beş on kişiyle kaçıp kurtuldu. Sonradan Hükümet'e sığınarak bağışlanan Mehmet Efe, savaş sona erince Nazilli'ye yerleşti ve ölümüne kadar sakin bir hayat yaşadı.

* * * * * * *

Aydın ve Havalisi Kuvayi Milliye Umum Kumandanı Demirci Mehmet Efe kardeşime: Kahraman efelerinizi size gönderiyorum. Aydın’ın bu doğru özlü ve fedakar evlatları, Bolu ve Düzce havalisinde memleketimizi gavurların esaretine düşürmeye çalışan hainleri pek kahramanca ve fedakarca bastırdılar. Vatanımıza büyük hizmetler ifa ettiler. Allah iki cihanda aziz etsin. Kendilerine ve umum kumandanları olan zat-ı alinize Büyük Millet Meclisi’nin kalbi ve samimi teşekküratını takdim eder, gözlerinizden öperim. Kardeşim efendim..."

Ankara, 11 Haziran 1920

İmza: Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal

3 Haziran 2008 Salı

Efeler, Efeler, Bizim Efeler...- Efeler ve Zeybeklik Hakkında / Mehmet EKİZOĞLU

EFELER VE ZEYBEKLİK HAKKINDA / Mehmet EKİZOĞLU

Zeybeklik son dönemde bir yandan popüler bir nostaljik öğe haline gelmiş gibi görünmesine karşın, diğer yandan da toplumu baskı altına almış olan bilgisizlik ve yüzeysellik akımı nedeniyle genel kabullenmeler ve yapıştırılmaya çalışılan yaftalardan da büyük zarar görmektedir. 

Bazı televizyon dizilerinin ve müzik eserlerinin, zeybeklik olgusuna ve zeybek ezgilerine eskisine nazaran daha ağırlıklı olarak vurgu yaptığı hiç birimizin dikkatinden kaçmış olmasa gerektir. Bu ilginin doğurduğu bir başka sonuç daha var ki, bu kimsenin arzulamadığı bir çeşit yan etki. Efeliğin bu kadar tuttuğunu gören bazı fırsatçılar da kendilerine gün doğduğunu düşünüp bu “trend”den faydalanmaya çalışmaktalar. Bunların başında köşe dönmeci ve kolaycılar geliyor. 

İlk iş olarak Ege zeybek ve türkülerine el atarak bunları kendilerince, “güncelleştirerek” piyasaya sürüyorlar. 
Bu sahtekarlık, pek tutmasa da, Ege kültürünün yozlaşması riskini artıran bir alışkanlık halini almıştır. 

Türkülerimizi hakkıyla yorumlayan yetkin sanatçılarımızın yanı sıra, zeybekleri “bale” veya “opera” haline getirmeye çalışanlardan tutun da, arabesk balçığı içine sokmaya çalışanlar da müzik piyasasında zeybekleri bizim kadar sevmektedir(!). 

Bir başka tehlike, bu popülariteden faydalanmak isteyen bir başka grup sahtekardan gelmektedir. 
Bunlar da cüz’i akıllarında bulunan birkaç kırıntıyla zeybekliğin tarihi gelişimini, zeybek oyunlarının kökenini ve anlamını açıklayarak kendini satmaya çalışan budala tayfasıdır. 
Bunların en son örneğini Milliyet Gazetesinde çıkan bir haberde Dr. Alper Aksoy adındaki bir şahsın hezeyanlarında gördük. 
İstanbul’da bir zeybek ekibi kurarak yarışmalara katılan bu kişi, yapılan söyleşide hem zeybek oyunlarının orijinal karakterini bozduğunu itiraf etmekte; hem de efelerin geçmişine dil uzatarak bu insanların Türklüğünden, İslamlığından ve efeliğinden şüphe ile bahsetmektedir. 

Efelerimizin ve zeybek türkülerinin bir sahipleneni olmadıkça bu saldırıların bitmesi beklenemez. Zeybeklerin sahibi, en doğalıdır ki Aydınlılardır. 

Demek oluyor ki Aydınlılar, çaba ve girişimleriyle zeybekliği ve zeybekleri her şeyiyle sahiplendiklerini göstereceklerdir. 

Zeybeklik nedir? Bu kapsamda zeybeklere değinmeden geçemeyeceğim. 
Zeybekliğin kökenlerini Eski Yunan’da veya Orta Asya’da aramanın manası yoktur. 
Çünkü zeybeklere ilk olarak Anadolu Selçuklularında rastlanmaktadır. 
Bu dönemde zeybek adının, Aydın yöresinde yolların güvenliğini sağlayan bir çeşit asker anlamına geldiğini biliyoruz. 

Kelimenin anlamını araştırmak ta beyhude bir iştir. 
Kelimenin kökenine ilişkin bir tarihi kayıt bulunmamasının yanısıra bu kelimeyi Rumca’dan veya başka yabancı dillerden gelmiş gibi göstermeye çalışan sahtekar ve hainlerin varlığı, bu bahisten tiksinerek geri adım atmamız için yeterlidir. 

Zeybekliğin asıl kökeni 16.yüzyıl sonu ile 17.yüzyıl ortalarına tarihlenen Celali Ayaklanmalarına dayanır. 
Gerçek anlamını da burada bulur. Yenilgilerle bozulmaya yüz tutan merkezi idare ve halka zulümden başka bir şey getirmeyen yerel vali ve mültezimler ile birlikte köylüler üzerindeki mali yükün ağırlığı, asker kaçakları ile birleşen isyancıların çığ gibi büyümesine yol açtı. 

Aydın, bu sıkıntıları daha fazla hisseden bir vilayet olarak Celalilerin her zaman etkin olduğu bir yöre olageldi. 
Bu isyancıların faaliyetleri yoğun olarak Aydın’da hep devam etti. Buna karşın aynı sebeplerle dağa çıkan eşkıyanın gittikçe yöresel niteliklere bürünerek diğer eşkıyadan ayrıldığını ve bir çeşit toplumsal çete haline geldiğini görmekteyiz. 

Anlatılanlar bellidir; haksızlığa karşı çıkan köylü genci ve zenginden topladığını fakire dağıtan, gençleri evlendiren, köprüleri onaran gönlü tok eşkıya. Sinanoğlu Örneği Bu anlamdaki en eski zeybekleri Sinanoğlu ve arkadaşlarının olayında görüyoruz. 

Atça’nın Yağdere köyünden olan Sinanoğlu ve arkadaşları Koca Hasan ve Gök Hasanoğlu yine aynı sebeplerle dağa çıkarak etraflarında hatırı sayılır bir kuvvet toplayarak Aydın’ı ele geçirmişler ve Valiyi öldürmüşlerdir. 
1828-1832 yılları arasında 5 yıla yakın Aydın Vilayetinde hüküm süren Sinanoğlu, Aydın’a gelen iki orduyu yenmiş, ancak daha sonra, 8 bin kişilik bir Zeybek ordusuyla İzmir’i ele geçirmeye kalktığında, üzerine gelen Vezir Tahir Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusunca mağlup edilerek idam olunmuştur. Kendisi ve arkadaşlarının mezarları Atça-Nazilli arasında Tabanlı Çeşmesi denilen yerdedir. 

Çoğu zeybeklerin akıbeti bu şekilde olmuş ve “su testisi su yolunda kırılır” atasözü boşa çıkmamıştır. 

Bunun yanında bir çok efe de devletle işbirliği yapmış, teslim olmuş, hatta eşkıya takibinde devlete yardımcı da olmuştur. 

Kırım Savaşına zeybeklerin katıldığını gösteren belge ve gravürler mevcuttur. 
Efeler Savaşta En son 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşına efelerden oluşan bir Zeybek Alayı katılmıştır. 
Bunların arasında meşhur Çakıcı Mehmet Efe’nin babası Çakırcalı Ahmet Efe de vardır. 
Zeybeklerin savaşlara katılmaları genelde kendilerine yapılan vaatler ve nasihatler sonucu olmuştur. 
Bu savaşta da Sultan II.Abdülhamit ile şahsen görüşen zeybekler, kendilerine savaştan sonra verilecek özgürlük ve mal ile kandırılmıştır. 
Aydın’dan getirilen Zeybek Alayı İstanbul’da bir müddet eğitilmiştir. 
Hatta bu eğitim sırasında Beyoğlu’na inen palabıyıklı, kulaklı kamalı zeybeklerden ürken halkın şikayetleri yabancı ülke sefirlerinin raporlarında da yer almıştır. 
Bu zeybeklerin çoğu, gösterdikleri bir çok kahramanlıktan sonra Karadağ savaşlarından dönememiştir. Bu savaşlar sırasında Arnavutların çok hainliğini gören zeybekler, bundan sonra Arnavut milletine karşı amansız bir hasım haline gelmişlerdir. 

Zeybekler Kurtuluş Mücadelesinde Son olarak zeybekleri, Kurtuluş Savaşımızda görmekteyiz. Kurtuluş Savaşı’nın ilk başarılı mücadelesi efeler komutasında Aydın’da yapılmıştır. 
Milli Mücadelemizin ilk topu, yine efeler komutasında Aydın’da patlatılmıştır. 
Yörük Ali Efe’nin komutasında kurulan Milli Aydın Alayı, halen ordumuzda mevcudiyetini korumaktadır. 

Burada Kurtuluş Savaşı’nda efelerin neler yaptığını uzun uzun anlatmayacağız. 
Bu husus, tarih kitaplarında bol bol incelenmiştir. 
Buna karşın, bazı sahneleri anlatmadan geçemeyeceğim. 
Bu sahnelerin hepsi şu ya da bu şekilde efsaneleştirilerek halkımızın dimağında yer almıştır. 

Unutulmaz Sahneler
Bunlardan ilki Yörük Ali Efe müfrezesini Yenipazar’a doğru giderken gören Rum işçilerin kaçmaya yeltenmesi ile başlar. 
Rumların kaçmalarına engel olan Efe, onlara yolluk verir ve Sultanhisar’daki kumandanlarına giderek Yörük Ali’nin teslim olarak Yunanlılara katılmak istediğini, bunun için ertesi gün Sultanhisar’a silahsız geleceğini söylemelerini tenbihler. 
Koşarak giden Rumların ardından bakakalan kızanlar, Efelerinin hilesini anlayamazlar. 
Ancak ertesi gece sabah doğru Sultanhisar’ın Malgaç Köprüsündeki karakolu basmaya giderken bu kurnazlığı anlayacaklardır. 
Yunan Komutanı Sultanhisar’da hazırlık yaparak Efe’nin teslim olmasını bekleyedursun, Malgaç’tan gelen silah sesleri, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başladığını, Türk Milletinin ölmeden esareti kabul etmeyeceğini ilan etmektedir. 

Bir diğer ölümsüz sahne, Atatürk’ün bir telgrafı ile tarihe geçmiştir. Telgrafın metnini, tek satırına dokunmadan naklederek yazımızı sona erdiriyoruz. 
Nihai karar elbette ki tarihe kalacaktır. 
“Ankara, 11 Haziran 1920 Aydın ve Havalisi Kuvayi Milliye Umum Kumandanı Demirci Mehmet Efe kardeşime: Kahraman efelerinizi size gönderiyorum. 
Aydın’ın bu doğru özlü ve fedakar evlatları, Bolu ve Düzce havalisinde memleketimizi gavurların esaretine düşürmeye çalışan hainleri pek kahramanca ve fedakarca bastırdılar. 
Vatanımıza büyük hizmetler ifa ettiler. 
Allah iki cihanda aziz etsin. Kendilerine ve umum kumandanları olan zat-ı alinize Büyük Millet Meclisi’nin kalbi ve samimi teşekküratını takdim eder, gözlerinizden öperim. 
Kardeşim efendim... 
İmza: Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal”

31 Mayıs 2008 Cumartesi

Söz Konusu Vatansa Gerisi Teferruattır / Şehitler, Kuvâyı Milliye şehitleri

ŞEHİTLER
Şehitler, Kuvâyı Milliye şehitleri,

Mezardan çıkmanın vaktidir!

Şehitler, Kuvâyı Milliye şehitleri,



Sakarya'da, İnönü'nde, Afyon'dakiler

Dumlupınar'dakiler de elbet

Ve de Aydın'da, Antep'te vurulup düşenler,



Siz toprak altında ulu köklerimizsiniz

Yatarsınız al kanlar içinde.

Şehitler, Kuvâyı Milliye şehitleri,



Siz toprak altında derin uykudayken

Düşmanı çağırdılar,



Satıldık uyanın!

Biz toprak üstünde derin uykulardayız,

Kalkıp uyandırın bizi!



Uyandırın bizi!

Şehitler, Kuvâyı Milliye şehitleri,

Mezardan çıkmanın vaktidir!



(Nazım Hikmet) - Sene 1959

Nazım Hikmet'i 45. Ölüm yıldönümünde saygıyla anıyoruz

(03.06.1963)

24 Mayıs 2008 Cumartesi

Vakıflar Yasası ve Türkiye Cumhuriyeti Tapu Senedi

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

Vakıflar Yasasında Değişiklik Yapılması isteğinin Gerçek Sahibi, ABD ve Avrupa Birliği’dir.

Vakıflar Yasasında Yapılan Değişikliğin Gerekçesi, Avrupa Birliğine Uyum Sağlamamız içindir.

Ancak, Avrupa Birliği Müktesebatında Ortak Bir Vakıf Hukuku Bulunmamaktadır.

Hiçbir Avrupa Ülkesinde de (Yunanistan hariç) Azınlık Vakfı Düzenlemesi Bulunmamaktadır.
***
Kendilerinde Olmayan Din ve Irk Esasına Dayalı Vakıflar, Neden Türkiye'de Olmalı?

BUNU HİÇ DÜSÜNDÜNÜZ MÜ?
HERKES BilLMELİ , HERKES GÖRMELi,

Din ve inanç Özgürlüğü Adına Çıkarılan Vakıflar Kanunu Neler Getiriyor ?

• Cumhuriyet devrimimizin yasakladığı din ve ırka dayalı "eski vakıflar" canlandırılmakta ve güçlendirilmektedir. Bu vakıflara her türlü faaliyette bulunma
Olanakları tanınmaktadır, .
• Lozan Antlaşması ile mal ve mülk varlıkları dondurulan ve faaliyetleri sınırlandırılan Hıristiyan azınlık cemaat vakıfları da yeniden canlandırılmaktadır,
• Hıristiyan azınlık cemaat vakıflarının, eskiden sahibi oldukları malları ve mülkleri geri isteme hakki kazanmalarına yol açılmaktadır,
• Bu vakıflar, sınırsızca mal ve mülk edinebilecekler, ülkemizde ve yurt dışında faaliyet gösterebilecekler,
• Yabancı ülke yurttaşları, ülkemizde serbestçe yeni vakıf kurabilecekler, kurdukları vakıflar adına istedikleri kadar arazi ve bina satın alabilecekler, ~. Tüm dini ve yabancı vakıflar, yurt içinde ve dışında istedikleri sayıda şube açabilecekler, bu yerlerde kiliseler kurabilecek ve Hıristiyanlık propagandası yapabilecekler,
• Bu vakıflar okul ve hastane açabilecek, ticari faaliyetlerde bulunabilecekler ve propagandalarını yapabilecekler,
• Bu vakıflar, yurt dışından istedikleri kadar yârdim ve bağış alabilecekler,
• Yine bu vakıflar, siyasal nitelikli faaliyet gösterebilecek ve siyasi partileri destekleyebilecek ve ortak hareket edebilecekler,
• Sonuçta, Türkiye'mizin birçok kösesinde Vatikan benzeri cemaat Devletçiklerinin oluşumuna zemin hazırlanmaktadır.
• Tüm bu koşullara karşılık, vakıflar üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
Denetim yetkisi çok sınırlandırılmakta, gerçekte uygulanamaz bir duruma getirilmektedir.
• Cumhuriyetimizin yurttaşlık temelinde oluşturduğu ulusal yapımız, din ve
ırk temeline dayalı cemaat-tarikat vakıfları yapılanması ile parçalanacaktır.
.. Yeni Vakıflar Kanunu,
Ülkemizin ve Ulusumuzun Çıkarlarına Aykırıdır.
Bu gerçekler, tüm yurttaşlarımıza mutlaka anlatılmalıdır.
GÖREV HEPİMİZİNDİR...

Bu bilgi notu, aşağıda isimleri bulunan Demokratik Kitle Örgütleri, Platformlar,
Sendikalar, Meslek Odaları ve Siyasi Partilerin örgütleri tarafından 5737 sayılı
Vakıflar Kanun hakkında, tüm yurttaşlarımızın bilgi sahibi olabilmesi için hazırlanmıştır.
Katkıları için Doç. Dr. Ali AKYILDIZ’, emeği geçen tüm arkadaşlarımıza
Ve Cumhuriyet gazetesine teşekkür ediyoruz.
• 14 Nisan Çalışma Grubu
• 14 Nisan Çağdaş Mühendisler Hareketi
• Akkav
• Akvil ve Atatürk Çizgisi Platformu
• Anadolu Eğitim Sendikası
• Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformu
• Ankara Kız Liseliler Derneği
• Ataçag Oluşumu Derneği
• BCP Ankara İl Başkanlığı
· Birkaç Kişiyiz Derneği
• CHP Ankara İl Başkanlığı
• Cumhuriyet Gazetesi Okurları (Cum ok - Ankara)
• Cumhuriyet Kadınları Derneği
• Çağdaş Drama Derneği
• Çağdaş Yasamı Destekleme Derneği Ankara Şubesi
• Çayyolu Platformu
• Eğitim İş Sendikası
• Hacıbektaş Yüksek Öğrenim Kurumlarına Yârdim Derneği
• Hukukun Egemenliği Derneği
• İP Ankara İl Başkanlığı
• İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği
• İstanbul Sivil Toplum Kuruluşları Birliği
• Kadın Dernekleri Federasyonu
• KESK Sendikal Birlik
• Köy Dernekleri Federasyonu
• Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı
• Memleket Sevdalıları Derneği
• Müzik Öğretmenleri Derneği
• NÜSED
• SHP Ankara İl Başkanlığı
• Türk Kadınlar Birliği
• Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD)
• Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD)
• TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
• Toplumsal Güç Birliği
• Tüketici Hakları Derneği
• Tüm Öğretim Üyeleri Derneği
• Türk Mühendisler Birliği Derneği
• Türkiye Gençlik Birliği
• Ulusal Birlik Hareketi Platformu
• Ulusal Eğitim Derneği
• Yerel Yönetim Eğitim Araştırma Derneği

30 Nisan 2008 Çarşamba

Mustafa Kemal ATATÜRK'den Türk Ulusuna vasiyet gibi söylemler:

Manevi Miras:

“ Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır…

Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur...

Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır.

Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar. “ Mustafa Kemal

Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in sorusuna Mustafa Kemal’in yanıtı. Kaynak: İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeoloji, İ.Ü. Yayınları – Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Dergisi ..................................................................
GENÇLİĞE HİTABE
Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! 
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK 20 Ekim 1927 ..............................................................
Onuncu Yıl Nutku
Türk Milleti! Kurtuluş savaşına başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu, en büyük bayramdır. Kutlu olsun Bu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Yurttaşlarım! Az zamanda çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici ziyniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır. Büyük Türk milleti, onbeş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin, büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk Milleti; Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! ......................................................................

BURSA SÖYLEVİ

Mustafa Kemal Atatürk'ün, 5 Şubat 1933 günü Bursa'da yaptığı konuşma:

Şubat 1933'ün ilk günlerinde Bursa Ulucami' de toplanan 100 kadar kişi camilerde Türkçe ezan okunmasına karşı bir ayaklanma girişiminde bulunurlar. Ayaklanma kısa sürede bastırılır. Atatürk olayın hemen ardından Bursa'ya gider. Çekirge yolu üzerinde bulunan bir köşkte akşam yemeği yenildiği sırada bir kişi Atatürk’e ayaklanmayla ilgili olarak şöyle diyecek olur: "Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıtaya ve adliyeye olan güveninden ötürü...". Atatürk'ün hemen konuşmakta olan kişinin sözünü kestiği ve günümüzde "Bursa Nutku" diye anılan konuşmayı yapmıştır.

Bu konuşmayla ilgili olarak Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, "Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi" adlı kitabında şu yorumu yorumu yapar: "Tarihte bu sözleri söyleyebilen bir başka devrimci çıkmış mıdır? Başında bulunduğu devletin bile 'zaaf' içinde olabileceğini düşünen, geleceğin siyasal iktidarlardan kuşkulanabilen, ama gençliğe böylesine 'sınırsız' bir güven besleyen, böylesine 'çek' veren, gençliği böylesine 'son çare' olarak gören bir devrimci yoktur! Ve Atatürk, hem gelecek iktidarlar hem de gençlik konusunda yanılmamıştır."

M.K.ATATÜRK'ün Bursa Söylevi:

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.

Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.

Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır.

Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek; ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır.

Mahkeme onu yargılayacaktır.

Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım.

Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!


Kaynak : http://tr.wikipedia.org/wiki/Atat%C3%BCrk'%C3%BCn_Bursa_Nutku ..............................................................
“Bu dünyadan göçerek Türk Milleti’ne veda edeceklerin çocuklarına, kendinden sonra yaşayacaklara son sözü bu olmalıdır: Benim Türk Milletine, Türk Cumhuriyetine, Türklüğün istikbâline ait ödevlerim bitmemiştir. Siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar edersiniz. Bu sözler bir ferdin değil, bir Türk Milleti duygusunun ifadesidir. Bunu, her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere durmadan tekrar etmekle son nefesini verecektir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milletinin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu göstermelidir.
Yüksek Türk... Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur.” (Mülkiyeliler’e hitabından, 11 Ocak 1935)


“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, herşeyden evvel Türkiye’nin istikbâline, kendi benliğine, millî an’anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzûmu öğretilmelidir.” (1 Mart 1922 TBMM açış konuşmasından)


“Tarihimizi tetkik ediniz. Türk’ün çektiği bütün felâketler, maruz kaldığı tehlikeler ve musibetler hep kendi öz benliğini, millî varlığını ihmâl ederek nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi nesle mensup bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendilerine reis tanıyarak onların şuursuz bir vasıtası olmak mevkiine düşmüş olmasındandır.” (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, s.543)


“Kudretsiz dimağlar, zayıf gözler, hakikatı kolay göremezler. O gibiler Büyük Türk Milleti’nin yüksek seviyesine nazaran geri adamlardır. Fakat zaman bütün hakikatleri en geri olanlara dahi anlatacaktır. Milletimizi vehimlerden kendini kurtarmağa muktedir hale getirmeye çok çalışalım.” (19 Ekim 1925, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Millî Eğitim Bakanlarının Millî Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, s. 27)


“Gerçekleri bilen, kalbinde ve vicdanında manevi ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiçbir değeri yoktur.” (Büyük Nutuk)


"Hangi istikbal vardır ki, ecnebilerin nasihatlarıyla, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemistir." "Bilelim ki, Milli benliğini yitirmiş uluslar, başka uluslara yem olurlar." Mustafa Kemal ATATÜRK 06 Mart 1922

M. Kemal ATATÜRK için dediler ki:

“ Uluslar arası Anlayış ve Barış Yolunda Çaba Harcamış Üstün Bir Kişi, Olağanüstü Bir Devrimci, Sömürgecilik ve Emperyalizme Karşı Savaşan İlk Lider, İnsan Haklarına Saygılı, Dünya Barışının Öncüsü, İnsanlar arasında Renk, Din, Irk Ayrımı Gözetmeyen Eşsiz Devlet Adamı, Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu… “ UNESCO KARARI 1979

( Doğumunun 100. yılında 1981 yılını “ Dünya Atatürk Yılı “ olarak, Atatürk’ün tüm dünyada anılması amaciyle 156 ülkenin katılımıyla gerçekleşen toplantısında oybirliği ile alınan karar) ......................................................................
Tarih çok büyükler gördü. İskenderleri, Napolyonları, Washington'ları gördü. Fakat 20.yy'da büyüklük rekorunu ATATÜRK, bu Türk oğlu TÜRK kırdı (Cumhuriyet, 23 Kasım 1938 - L'llustration, Fransa). Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki, o büyük dahi çağımızda Türk Milletine nasip oldu (D. Lloyd George-İngiltere Başbakanı-1922). Mustafa Kemal hakkında bilgiyi O'nu çok iyi tanıyan birisinden edindim. Sovyet Sosyalıist Cumhuriyetler Birliğinin Dış İşleri Bakanı Litvinof'la görüşürken, onun fikrince bütün Avrupanın en değerli ve ilgi çekici devlet adamının bugün Avrupada yaşamadığını, Boğazların gerisinde, Ankarada yaşadığını, bunun Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olduğunu söyledi (Franklin D.Rossevelt-ABD Başkanı-1937). Savaşta Türkiyeyi kurtaran, savaştan sonrada Türk Ulusunu yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü, yanlız yurdu için değil, Avrupa içinde en büyük kayıptır. Her sınıf halkın O'nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türkiyenin Ata'sına layık bir tezahürden başka bir şey değildir (Winston Churchill-İngiltere Başbakanı-1938). Kadınlar başka hiç bir ülkede bu kadar hızlı ilerlememişlerdir. Bir Ulusun bu derece değişmesi, tarihte, gerçekten eşi olmayan bir olaydır (Ulus, 16 Kasım 1938-Daily Telgraph, İngiltere). Savaşta Türkiyeyi kurtaran, Bir insanın değerinin en belirli ölçüsü kendi alanındaki üstünlüğünü dostuna düşmanına kabul ettirebilmesindedir. İşte Atatürk bu yüceliğe ermiş dahilerden biridir. Bir ihtilalci olarak modern Türkiyeyi yaratmış, davasında muzaffer olmuş ve yüzyılımızın büyük devlet adamları arasına katılmıştır (Cumhuriyet, 11 Kasım 1953) -W. Somerset Maugham-İngiliz romancı,yazar). --------------------------------------------------------------------------------------------

(1922'de Türk ordularının zaferi neticesi Anadolu'daki emelleri gerçekleşmeyen İngiltere'nin Türk düşmanı olarak bilinen Başbakanı Lıoyd George, Parlamento'da kendisine yöneltilen suçlama ve tenkitleri şöyle cevaplandırmıştır): 'Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi. (D. Lloyd George, İngiltere Başbakanı, 1922) Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir... Bu olağanüstü işleri yapanlar, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir. (Eleftherios Venizelos, Yunanistan Başbakanı, 1933) Bir insana ölümünden sonra bu derece sevgi ve yas gösterileri yapılması milletler tarihinde az görülen şeylerdendir.' (ATHİNAİKA, Atina, 12 Kasım 1938) 'Atatürk'ün Türkiye'de yaptığını hiçbir tarafta, hiçbir kimse yapmadı: Ne Cavour, ne Cromwel, ne de Washington... Atatürk'ün bulduğunu, hiç kimse bulmadı ve Atatürk'ün yaptığını da hiç kimse yapmadı. İlham ettiği kimselere ve kendi prensiplerine göre yarattığı yeni kuşak, O'nun eserine devam edecektir.' (Tipos Gazetesi) İngiliz, Fransız ve İtalyanları Anadolu'dan uzaklaştırıp bizi de yenince,, karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve O'nun gerçek yaratıcı kudretini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik. (1938) (Yorgi PESMAZOĞLU, Yunan Ekonomi Başkanı) Çok, pek çok devrimciler görüldü. Fakat hiçbiri Atatürk'ün cesaret ettiği ve muvaffak olduğu şeyi yapmadı.' (Messager D'Athenes, Yunanistan Gazetesi, 11 Kasım 1938) Tarih, silinmez harflerle bu devlet adamın ismini hakedecektir. Atatürk bir halk adamıdır. Kırılmaz azmi, keskin zekâsı ve kudreti kendisini yendiği alın yazısının önüne getirmiş, böylece yeni Türkiye'nin yaratıcısı olmuştur. (Yugoslavya, Politika Gazetesi, 11 Kasım 1938) Sakarya Savaşı, Sakarya Zaferi, yirmi yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar, kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemezmiyim, onun ruhuna kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım? (Habib BURGİBA, Tunus Devlet Başkanı, 1965) Atatürk, tarihin her devresi için, insanlığın bir mucizesidir. (Suriye) Atatürk'ün ölümü yalnız Türk Milleti için değil, onun örneğine çok muhtaç olan bütün Doğu milletleri için en büyük kayıptır. (ELEYYAM Gazetesi, Şam- 1938) Vatanını muhakkak bir parçalanmaktan kurtararak gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden bir taht istemedi. O, kelimenin bütün anlamıyla bir insan, eşsiz bir dahi, kahraman bir asker ve siyaset adamı idi. Hayatını milleti'nin mutluluğuna adadı, bu uğurda genç yaşda hayata gözlerini kapadı. (Elifba Gazetesi, Şam- 1938) O'nun ölümü, dünya için de derinliği ölçülmez bir kayıptır. (Sovyetler) Adı, Türk Milleti'nin millî kurtuluş savaşında ve Türkiye'nin siyasi alanda yeniden örgütlenmesine gayet sıkı bir surette bağlı olan Kemal Atatürk'ün ölümü gerek Türkiye için, gerekse bütün dostları için derinliği ölçülmez bir kayıptır. Türk Milleti'nin en samimi dostları arasında bulunan Sovyetler, zamanımızın bu örneksiz devlet adamının öneminden dolayı derin bir acı içindedirler. (İzvestia Gazetesi, Moskova, 1938) Atatürk, dünya üzerinde yeni bir devir açmış bir insandır. Ben, O'nun Türk kadınlarına hak vererek ve bir ülkede anayı, yakışır olduğu yüceliğe eriştirerek Batı'ya ders verdiğini nasıl unuturum. (Uluslararası Kadınlar Birliği Delegesi, Prenses Aleksandrina) Romanya'da Atatürk'ün ölüm haberi geldiği gün, bütün okullarda dersler tatil edildi. (Romanya-Rador Ajansı: Bükreş) Milletimiz, en büyük Türk'ün karşısında kederli bir saygı ile eğilmektedir. (Romanya) Atatürk, başı dumanlı doruklarda yüce bir dağ tepesidir. Siz O'na yaklaştıkça o yükselir ve aranızdaki mesafe sonsuza değin aynı kalır. Devirlerinde büyük gözüken, zamanla küçülen benzerlerinden farkı budur ve böyle kalacaktır. (Arriba Gazetesi, Portekiz, 1938) Uzun bir yol aşılmış, yüce bir eser ortaya konmuş, bir çok zaferler elde edilmiştir. Bütün bunlar Atatürk'ün eseridir. (Polanya, Kurjer Warzavski Gazetesi) O, Türkiye'yi kurmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti. Kemal Atatürk'ün ölümüyle Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir. Atatürk gibi bir önder önlerinde bir ilham kaynağı olarak dikildiği halde Hind Müslümanları bugünkü durumlarına hâlâ razı olacaklar mı? (Muhammet Ali Cinnah-Kaidiâzam, Pakistan Cumhurbaşkanı, 1954) Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken, O'nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik. (İkbal, Pakistan Millî Şairi) 'Atatürk'ün yaptıkları insanoğlunun kolay kolay yapabileceği şeylerden değildir. O; büsbütün başka bir insandı.' (El-Mısri Gazetesi, Mısır, 11 Kasım 1938) Türkler, Atatürk'ü olağanüstü bir tutkunlukla seviyorlar. Bursa'ya giderken trende rast geldiğim bir çocuğa İstanbul veya Ankara'dan hangisini sevdiğini sordum. Çocuk Ankara'yı sevdiğini söyledi. Nedenini sorduğumda: 'Ankara'da Atatürk bulunduğu için..' cevabını verdi. (Mısır, El Bela Gazetesi) Yüzyılımızda, 'olmayacak hiçbir şey yoktur' şeklindeki tarihi gerçeği isbatlayan ilk adam olmuştur. (Eski Ujsag. Macar.) Budapeşte, 20 (a,a) - Macar ajansı tebliğ ediyor: Başvekil İmredi, Atatürk'ün cenaze törenini yapılacağı 21 Kasım Pazartesi gününü Macaristan'ın millî yas günü sayarak bütün memlekette resmi binalara siyah bayraklar çekilmesini emretmiştir. Harbiye Nazırı ve Budapeşte Belediye Reisi de, askeri binalar ve belediye binaları için aynı kararı almışlar ve Belediye Reisi ayrıca, halkı da siyah bayrak çekmeye dâvet etmiştir. (Namzetti Ujsang Gazetesi, Budapeşte-1938) Dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. Dünya tarihinin gidişini değiştirmiştir. (An Nahar, Beyrut) Yüzyıldanberi Küçük Asya'nın çıkardığı en büyük lider. (The Japan Chronicle, Kobe) 'Hayatının sonuna kadar milleti'nin mutlak güveni ile kurduğu devletin başında muzaffer kumandanının kişiliği, eşi görülmemiş bir karakter örneğidir.' (Comte Carlo Sforza, İtalya Eski Dışişleri Bakanı) Üstün iradesi, tükenmez cesareti ve eşsiz seziş ile hasımlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti, üç yılda memleketine yalnız askeri, aynı zamanda tam ve doyurucu bir siyasi zafer kazandırdı. (F. Perrone Di San Martino, İtalyan Yazarı) 'Atatürk'ün ölümü ile dünya büyük bir liderini kaybetti.' (Gazeta Del Popolo Gazetesi, İtalya, 11 Kasım 1938) (Lozan Üniversitesi salonunda, Lozan Türk Talebe Cemiyeti'nin hazırladığı törende.) 'Siz Türk gençleri, bugün Büyük Şef'inizi kaybettiğinizden dolayı ne kadar ağlasanız haklısınız. Üniversite, sizin bu büyük yasınıza katılmaktadır. Atatürk'ün bu Büyük Adam'ın hayatını burada az bir vakit içinde bildirmeye imkân yoktur. Bu dâhinin, vatanının tarihinde işgal ettiği parlak sayfaları size hatırlatmak isterim. Türkiye'yi yaratan, tarihimizin bu en Büyük Adam'ın başımı en derin hürmetle eğerek selâmlarım.' (Profesör MORRF) 'Atatürk, bir medeniyet kaynağı idi.' (İsviçre) Modern Türkiye'nin yaratıcısı Kemal Atatürk'ün eserleri, memleketi için yaptıkları İsveç'te çok iyi bilinmektedir. Atatürk'ün liderliği altında Türkiye'nin kalkınmasını, fevkâlâde ileri hamlelerini hayranlıkla takibettik. Atatürk'ün, hukuk alanında olduğu gibi, diğer alanlarda da getirdiği reformlarla Türkiye, içinde bulunduğu çok zor durumdan kurtarılıp kuvvetli ve güvenilir temeller üzerine yerleştirilmiştir. (ERLANDER, İsveç Başbakanı) 'Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılâpçı olmuştur.' (Ben Gurion, İsrail Başbakanı, 1963) 'Atatürk, askeri dehâ ile devlet adamı filozof dehâsını toplamıştır.' (İspanya) İslam dünyasının büyük insan yetiştirme gücünü yitirdiğini öne sürenler, Atatürk'ü hatırlamalı ve utanmalıdırlar. (Tahran Gazetesi, İran, 1939) Atatürk'ün ölümü dolayısı ile Kraliyet Sarayı Şehinşâhi ve hükümet bir ay resmî yas ilân etmiştir. Majeste Şehinşah, gömme töreninin sonuna kadar İran'da askerî ve resmî binalar üzerinde ve yabancı ülkelerdeki İran temsilciliklerinde bayrakların yarıya indirilmesini emir buyurmuşlardır. Bu irade-i Şehinşahî bugün bütün gazetelerde ilân edilmiştir. (Tahran) Bugün Türkiye, büyük ve yeni bir memlekettir. Ve savaş sonrasının dehşet, sefalet ve bitkinliğinden çıkmış olan bu yeni Türkiye, Atatürk'ün dimağında vücut bulmuştu. O, bu Türkiye'yi kendi elleriyle dünyaya getirdi. (Dela Mail Gazetesi) Kadınlar başka hiçbir ülkede bu kadar hızla ilerlememişlerdir. Bir ulusun bu derece değişmesi, tarihte, gerçekten eşi olmayan bir olaydır. (İngiliz, Daily Telgraph Gazetesi) Atatürk, yalnız Türk Milleti'nin değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün milletler önderiydi. O'nun direktifleri altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk. (Bayan Sucheta KRIPALANI, Hint Parlamento Heyeti Başkanı) Denilebilir ki onsuz, İslâm alemi yolunu bulabilmek için elli yıl daha bekleyecekti. (Fransız, Berthe Georges-Gaulis) Atatürk öldü. Barış kubbesinin Doğu sütunu yıkıldı. Artık evrende barışı kimse garanti edemez. Nitekim Avrupalı devlet adamları; O'nun 1930'da yaptığı uyarı ve tavsiyeleri dinlememiş ve dünyayı 1939 yılında ikinci büyük savaş felâketinin içine sürüklemişlerdir. (Fransız Gazetesi Sanerwin) Tarih çok büyükler gördü. İskenderler'i, Napolyon'ları, Washington'ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı. (L'Illustration, Fransa) 'Atatürk, yirminci yüzyılın en büyük mucizesidir.' (National Tidence Gazetesi, Danimarka, 11 Kasım 1938) Eğer tarih bir kalbe sahip olsaydı, Mustafa Kemal'i mutlaka kıskanırdı. (Tchang Yang Yee Pan Gazetesi, Çin, 1958) 'Atatürk, bütün Asya kıtasının Ata'sıdır.' (Çin) 'Biz Çinliler, hepimiz bu yasa katılıyoruz. Zira büyük bir milletin, çok sevilen Büyük Ata'sının ölümü, yalnız Türkiye için değil, aynı zamanda bizim kıtamızda ve bütün dünyada büyük bir boşluk bırakmaktadır.' (Çin Basını) 'Hiç bir ülke, Atatürk'ün Türkiye'sinin gördüğü değişiklikleri bu kadar hızlı bir şekilde görmemiştir. Bugünün Türkiye'sinin tarihi Mustafa Kemal'in tarihidir.' (Dness Gazetesi, Bulgaristan, 11 Kasım 1938) Türkiye'nin uluslararası ünü, prestij ve otoritesi durmaksızın yükselmiştir. Milletine bu kadar az zamanda bu ölçüde hizmet edebilen tek devlet adamı Atatürk'tür. (Libre Belgique Gazetesi) Bir yenilginin uçurumuna düştüğü halde, ilkin neticesiz sanılan İstiklâl Mücadelesini yapan Türk Milleti, önünde saygıyla eğilmeden bu satırlara son veremez. Zafer neşesiyle kendinden geçmiş bir diplomasinin kararını 'hayır' diyerek yırtmak ve yüzlerine fırlatmak örneğini biz Almanlar, Türklere borçluyuz. (Alman Askeri Dergisi Vissen Und Vehr) Benim üzüntüm iki türlüdür; önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkân kalmamış olmasıdır. (Franklin ROOSEVELT, A.B.D. Başkanı)

27 Nisan 2008 Pazar

Yüce ATAM, Vatan Sana Minnettar

Yüce Ata, vatan sana minnettardır. İdeallerin ve ilkelerin sonsuza değin yaşatılacaktır. Bilincimiz, belleğimiz ve anılarımızda hep varsın, Var olmayada devam edeceksin.

Önemli olan benim uyumam değil, milletimin rahat uyuması İzmir kurtulmuş, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler... Trene binerler ve kompartımana çekilirler. Ertesi gün, yaveri, Atatürk’ün kompartımanının kapısını çalar. Atatürk, yorgun, bitkin bir halde kravatını yıkamaktadır. Yaveri: "Paşam bu ne hal, hiç uyumadınız herhalde; niye böylesiniz", der. "Çocuk, kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşsunuz, kolumu yastık yaptım ağrıdı, setremi yastık yaptım üşüdüm, uyumadım kalktım", der. Yaveri: "Aman Paşam! Birimize haber vereydiniz; hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik", der. Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan tarihi bir cevap verir: "Geç fark ettim, hepiniz en az benim kadar yorgundunuz, hiç birinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil; milletimin rahat uyuması". M. Kemal ATATÜRK’ten bir anı (İnternet ortamında yönlendirilen bir iletiden aktarılmıştır.) .............................................................. Atatürk'ün Yaveri anlatıyor Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu. - Merhaba nine. Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle; - Merhaba dedi. - Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp; - Neden sordun ki, dedi. Buraların saabisi misin? Yoksa bekçisi mi? Paşa gülümsedi. - Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı. - Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim. - Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni? - Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gâvur harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mihtara anlatinca, o da bana bilet aliverip saldi Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte agsamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey. - Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti. - Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşiyoz. Sunun bunun gâvur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek; - Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanimizdir. .. Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu. Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Pasa yani Atatürk işte karsında duruyor. Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı; - Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi; -'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.' (İnternet ortamında yönlendirilen bir ileti'den aktarılmıştır.)