13 Ocak 2009 Salı

Milli Mücadelede Sarayköylüler / Katipzade Tahsildar Yusuf Efendi


Milli Mücadelede Sarayköylüler /  Katipzade Tahsildar Yusuf Efendi 

Değerli dostlar, Anadoludaki emperyalist işgale karşı direnişin Sarayköylü kuvvacılarından Katipzade Tahsildar Yusuf Efendi'nin şahsında, tüm Sarayköylü kuvvacıların anımsanmasına katkı adına, O şanlı direnişi ve savaşımın yurtseverlerini saygı ve şükranla anmak amaciyle canlandırma olan bu sunu hazırlanmıştır. Karelerde, Yusuf Efendi ve yakınları ile Sarayköy kuvvayı milliyesini çağrıştıracak bir kurgu düşünülmüştür. Oldukça amatör olarak hazırlanan bu sunu, biran içinde olsa o günleri çağrıştırmışsa mutlu olacağım.
Kusurumuz olmuşsa, şimdiden affola.

===================

Sarayköy'ün İlk heyeti milliyesi:

Müftü Ahmet Şükrü, Müderris Hacı Halil Zade İsmail, Tokatlıoğlu Emin Aslan, Asaf AKMANSOY, Müderris Hacı Efendi Zade Fehmi efendi, Belediye Reisi Halil efendi, Doktor Salih Tevfik, Münir Alp, Tokatlıoğlu Mehmet İhsan, Yüzbaşı Zühtü Bey

Sarayköylü gönüllüler: 
(Sarayköy direnişinin ilk öncüleri)

Tahsildar Yusuf efendi, Koca müftü oğlu Ahmet, Halit ve Ferhat efendiler, Tahsildar Şefik efendi, Tahsil memuru Avni efendi, Ayakçıoğlu Ahmet Fuat Dülger, Ömer oğlu Lütfü usta, Havuççu Ahmet, Tosunlar lı Yörük Hasan oğlu Halil, İmam oğlu Kara Halil , Hacı Başçavuş zade Ali oğlu Halil İbrahim, Hasköylü Hafız Ahmet efendi, Hacı Mollaoğlu Cemal, Kangır Mehmet çavuş oğlu Koca Hasan, Alaiyeli Hasan, Feslihan mahallesinden Salih onbaşı, Borazan Şaban oğlu Osman çavuş, Muhacır Ali Çavuş, Kızılhisarlı süvari Mustafa, Kozalı oğlu Esat, Hacı molla oğlu Ömer, Palanın kel Mustan, Yörük Yusuf...vd

Kaynak: Emin Aslan TOKAT - Sarayköy Heyeti Milliye Başkanı ve Aydın Cenup Cephesi Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Heyeti Merkeziyesi Üyelerinden Sarayköy-Denizli 01/03/1942

Yukarıdaki listelerde adları yer alanlar ve isimlerini anımsayamadığımız tüm kurtuluşçuları rahmet ve saygıyla anıyoruz.

Sizlere bu sayfada, rahmetli büyük dedem Katipzade Tahsildar Yusuf Efendiyi anlatacağım. İnanın elimizde onun soy kütüğüne, soy ağacına ilişkin bilgi o kadar az ki, toplumsal belleğimizin ne kadar zayıf olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Katipzade Tahsildar Yusuf Efendi; Sarayköy de Hacı Katipler lakabıyla tanınan sülalenin mensubudur. Büyüklerin aktardıkları bilgilerden 1880'li yıllarda doğduğu, 1930'lu yıllarda vefat ettiği anlaşılmaktadır. 1920'li yıllarda, önce Hükümet konağının arkasında, girişinde Çınar ağacı bulunan bir çıkmaz sokakta ki evde yaşamışlardır. Daha sonra Aşağı Mahalleye taşındıklarını öğreniyorum. Hafize Hanımla evli olup, bu evliliğinden, Huriye, Şerife, Hatice, Macide ve Tevhide isimli beş çocuğa olmuştur. Bu satırların yazarı kardeşiniz, Huriye Hanımın Mustafa Ali Barut ile evliliğinden dünyaya gelen Fatma, Zinet , Zübeyde ve Halil İbrahim isimli çocuklarından, Zinet Hanım ’ın ilk evladıdır. Kızlarından Şerife Hanım; tatlıcı Süleyman'ın eşidir. Çocuklarından anımsayabildiklerim, Behçet Çakır, Baki Çakır, Kızları Yıldız Hanım. Evlatlarından Hatice Hanım; Karahayıtlı Dişçi Ahmet'in eşidir. Oğulları Mehmet Ali, Kızları Güngör Hanımdır. Evlatlarından Tevhide Hanım; Afyonlu Marangoz Mustafa'nın eşidir. Çocukları; Nuran, Niyazi ve Mehmettir. Yusuf Efendinin en küçük çocuğu ise, Macide Hanımdır. 20-22 yaşlarında yaşama veda etmiştir. Eşi Palaport Mehmet olarak biliniyor. Sizlere Tahsildar Yusuf Efendiyi anlatmayı neden gerek duydum?. Yanıtım, çünkü onlar unutulmamalıdırlar ve daima anımsanmalıdırlar. Onlar, bizlerin yaşam kaynağımız olan bu ortamı bize sunan, bizleri bu günlere taşıyan yurtseverlerdir. Onlar yaşamlarını bu topraklar için hiç çekinmeden verebilen yurtseverlerdir. Onlar; bu topraklara kan veren, can veren halk önderleri ve gönüllülerdir. Onlar; Batılı sömürgecilerin Güzel Yurdumuzu işgal ve parçalamalarına karşı duran, Anadolu insanını harekete geçiren, Anadolu da ki çoban ateşlerini yakan öncülerdir. Onların yaşama bakış ve örnek davranışları, geleceğimize ışık tutsun diye bu satırları kaleme alıyorum. Onlar, Anadolu da ki uyanışın, şahlanışın yiğitleri öncüleri idiler. Onlar, Anadolu da ki Kuvvayi Milliye hareketinin öncülleri idiler. Hepsinin ruhları şadolsun, toprakları bol olsun, ışıklar içinde yatsınlar.

7 Ocak 2009 Çarşamba

Milli Mücadele'de Sarayköylüler / Emin Aslan Tokat


MİLLİ MÜCADELEDE SARAYKÖY

Sarayköy kuvvayı milliyesinin, Sarayköylü kuvvacıların, Ege ve Anadolumuzdaki emperyalist paylaşıma karşı direnişteki yerini ve etkinliklerini,

Direnişin önderlerinden, Emin Aslan Tokat’ın özgün anlatımıyla
( O günlerin söylemiyle Sarayköy Heyeti Milliye Başkanı ve Aydın Cenup Cephesi Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Heyeti Merkeziyesi Üyelerinden ) dillendirmek, O şanlı direnişi ve savaşımın yurtseverlerini saygı ve şükranla anmak amaciyle canlandırma olan bu sunu hazırlanmıştır. 

Sarayköyün İlk heyeti milliyesi: 

Müftü Ahmet Şükrü, Müderriz Hacı Halil Zade İsmail, Tokatlıoğlu Emin Aslan, Asaf AKMANSOY, Müderris Hacı Efendi Zade Fehmi efendi, Belediye Reisi Halil efendi, Doktor Salih Tevfik, Münir Alp, Tokatlıoğlu Mehmet İhsan, Yüzbaşı Zühtü Bey 

Sarayköylü gönüllüler: (Sarayköy direnişinin ilk öncüleri) 

Tahsildar Yusuf efendi, Koca müftü oğlu Ahmet, Halit ve Ferhat efendiler, Tahsildar Şefik efendi, Tahsil memuru Avni efendi, Ayakçıoğlu Ahmet Fuat Dülger, Ömer oğlu Lütfü usta, Havuççu Ahmet, Tosunlar lı Yörük Hasan oğlu Halil, İmam oğlu Kara Halil , Hacı Başçavuş zade Ali oğlu Halil İbrahim, Hasköylü Hafız Ahmet efendi, Hacı Mollaoğlu Cemal, Kangır Mehmet çavuş oğlu Koca Hasan, Alaiyeli Hasan, Feslihan mahallesinden Salih onbaşı, Borazan Şaban oğlu Osman çavuş, Muhacır Ali Çavuş, Kızılhisarlı süvari Mustafa, Kozalı oğlu Esat, Hacı molla oğlu Ömer, Palanın kel Mustan, Yörük Yusuf...vd. 

MİLLİ MÜCADELEYE KATILIŞIN TARİHÇESİ 

İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edildiği gün, Vatansever Sarayköylüler pür heyecanla telgrafhaneye ve Belediyeye koşarak tamamlayıcı bilgi almak için gözler yaşlı adeta çırpınıyorlardı. 

Nihayet acı durum açıklandı. Halk çarşı meydanında kuyunun önünde miting halinde toplandı. Gizli gizli faaliyet çoktan başlamıştı. Sonra alenen ve resmen milli kuvvetler ilk savaş kararını 24 Mayıs 1935 de burada verdi (1919) Kuyunun önündeki büyük meydanda Denizli'de olduğu gibi nutuklar verilerek işgal protesto edildi. 

Hemen ilk olarak Sarayköy'de bir “Heyeti Milliye” kurulmasına ve çete teşkilatı ile vatanın düşman istilasından korunması için savaşa başlamasına kat'i surette engin tarihinden ilham alarak şeref ve namus üzerine söz verilerek ve yemin edilerek karar verildi. 

Teşkil edilen Heyeti Milliye müdafaa esaslarını tespit edecekti Bu heyet geniş yetki ile çalışmaya başladı. İlk heyeti milliye müftü Ahmet Şükrü, müderriz Hacı Halil Zade İsmail, Tokatlıoğlu Emin Aslan, Asaf AKMANSOY, Müderris Hacı Efendi Zade Fehmi efendi, Belediye Reisi Halil efendi, Doktor Salih Tevfik, Münir Alp, Tokatlıoğlu Mehmet İhsan, Yüzbaşı Zühtü beyler gibi fedakar yurttaşlardan teşekkül etmiştir. Bu ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak için “Sarayköy Kazası Heyeti Milliyesi” artık candan bir feragatla ve bütün samimiyetiyle çalışıyor ve bu hususta halka ve civar kazalara da bu kutsal milli davaya iştirakleri için teller çekmek, heyetler göndermek suretiyle onları bu yüce ülküye doğru sevk ediyordu. Fakat bir taraftan silahları ile İzmir'den Sarayköy'e kaçıp gelen subayların kırık maneviyatlarının halk üzerindeki menfi tesiri, bir taraftan da Saray ve İstanbul hükümetinin mücahitleri kandırıp mücadeleden vazgeçirmek için yaptıkları alçakça propagandaları, diğer bir taraftan da Yunan zulmünden korkarak “Teşkilatlı ve teçhizatlı Yunan Ordusuna karşı biz bu ufak çete kuvvetleri ile nasıl başa çıkabiliriz?” itirazları ile milli mücadeleye katılmak istemeyen bazı menfi ruhlu yurttaşlarla da ayrıca mücadele halinde idi. Bu menfi ruhlu yurttaşlar daha çok İstanbul hükümetinin ve halifenin miskin ve korkak tavsiyelerine kendilerini kaptırmışlardı. İstanbul Hükümeti ve saray güya kendilerince bir ittihatçı manevrasından başka bir şey olmayan bu milli ayaklanmanın akıbetinin memlekete felaket getireceğinden , bu gibi faydasız ve lüzumsuz teşebbüslerden vazgeçilmesi, devletçe alınan bu husustaki teşebbüsleri bozmamak ve işi daha fazla azıtmamak için sükunetle hareket edilmesi ve gayrimüslim unsurlarla kardeşçe geçinilmesi hususundaki propagandalarına devam ediyorlardı. Bilhassa bu tarihlerde dahiliye nazırı olan Ali Kemal' den mücahitleri ayaklanmadan vazgeçirmek için korkutucu telgraflarda geliyordu. 

Nihayet bütün teşebbüsleri ve tehditlerine rağmen mücahitleri ülkülerinden ve hareketlerinden ayıramayan saray, bir de heyeti nasiha göndermek suretiyle meseleyi güya kökünden halletmek istemişti. Filhakika bu maksatla 5/Haziran 1919 tarihinde Yzb.Ekrem Bey komutasındaki bir mızraklı süvari bölüğü himayesinde Sultan Hamit' in oğlu Şehzade Abdurrahim Efendi başkanlığında Hurşit paşa gibi büyük rütbeli mabeyin yaver ve paşalarından mürekkep bir heyeti nasiha hususi trenle İstanbul'dan ve İzmir üzerinden Sarayköy'e geldiler. İstasyonda toplanan Türk, Rum ve Ermeni unsurlarından müteşekkil halk tabakalarına hitap ederek, birbirleriyle iyi münasebette bulunmak ve kardeşçe geçinmek suretiyle iyi yaşamalarını tavsiye eder yollu selamu şahane ile beraber yazılı fermanlarını da yüksek sesle okudular. 

Daha evvelden bunlardan bir medet uman saf halkımız tarafından bayrak ve halılarla süslenen Sarayköy istasyonunda evvelce hazırlanan mükellef büfede izaz ve ikram edilen bu sözüm ona yüksek heyeti nasiha buradan uğurlanarak Denizli'ye müteveccih an yola çıkarıldılar. 

Denizli'de aynı suretle fuzuli ve faydasız ödevlerini tekrarladılar ve geceyi Tavaslıoğlu Mustafa Bey'in konağında geçirerek ertesi günü Denizli'den uzaklaşıp gittiler. Hakikatte ise halkın bu husustaki yerinde heyecanı, ne iktidara geçmek için çalışan ittihatçılar manevrası,ne de başkaca herhangi hususu gayelerin istismarı için yapılan teşebbüstü. Bu ancak hakikaten tecavüze uğrayan aziz Türk yurdunun toprak bütünlüğünü ve şerefini korumak amacı ile yurtsever bir duygunun tesiri ile tezahür eden samimi bir şahlanma, bir millet uyanması, bir nefis müdafaası teşebbüsünden başka bir şey değildi.Fakat bu yüce ülküler için bu milli, heyecanlı ayaklanmayı saray ve İstanbul hükümeti bunca izahlara rağmen bir türlü anlamıyor, anlayamıyor yahut da anlamak istemiyordu. 

İstanbul hükümetinin telakkisi gibi halka isnat edilebilecek hiçbir kusur ve kabahat yoktur. Çünkü bu zavallı ve masum millet hükümetine karşı yurtta her türlü zulümlere ve baskılara maruz kalan millet, hükümetin bu zulümler ve baskılar karşısındaki kayıtsızlığını görünce, esasen bıçak da kemiğe dayandığından, pek haklı olarak nefsini ve yurdunu, egemenliğini müdafaa ve muhafaza için bizzat ayaklanmak mecburiyet ve zaruretinde kalmıştı. 

Hatta son defa olmak üzere İstanbul'dan saray ve hükümet merkezi ile yabancı devlet elçilerine Yunan işgal ve zulmünü protesto ederek bunun biran evvel kaldırılması veya hiç olmazsa şimdilik durdurulması hususunda ve nihayet feci durumu izah etmek ve derde bir çare bulmak amacı ile rica ve temennilerde bulunmak üzere Nazilli'den avukat İlhami ve avukat Ömer beylerle Denizli'den Mustafa Naili Küçükağa, Sarayköy İlçesinden Emin Arslan Tokat, Gümülcüne muhacırlarından eski milletvekili Esat efendi hoca mensup oldukları heyeti milliyetler tarafından İstanbul'a ilzam edilmişlerdi. 

Fakat heyhat ki bu delegelerin merkezdeki münferit, müçdemi bütün teşebbüsleri, acı acı feryat ve yalvarışları da kayıtsızlıkla karşılanmış, binaneleyn bunlardan da faydalı bir netice çıkmamıştır. Hatta o sıralarda İstanbul'da aynı maksatla reddi ilhak heyeti bürosunda çalışan fedakar İzmir' lilerin muhutine gitmiş idim. Orada çalışan Moralızade Halit Beyi'in yanında Hamdullah Suphi Tanrıöver'e rastladım. Hatta kendisi o gün İzmir'e Yunan faciasını tahkika gidecek Amerikan heyetine iltihat etmek üzere olduğundan kendisisne lüzumu kadar izahlar ve raporlar da verilmiş idi. Bu izahlarımızla kendisine dolayısıyla yurdumuza faydalı işler gördüğümüze kanidim. Bu sıralarda İstanbul'da manda cereyanları ile münakaşaları had safhaya gelmişti. 

Halk bu cereyanlar içesinde bocalıyordu. Nihayet bütün bu çalışmalara rağmen anlayışsızlıkta devam eden saray ve hükümetin aptallığı kendi kendine akıbetini getirdi. Artık Yunanlılar mukavemetsiz ilerlemelerinde ve insafsız zulümlerinde durmadan şiddetini yükselterek devam ediyorlardı. Yerli Rumlar da her geçtiği ve geldiği yerden Yunan ordusuna iltihak ederek nankörce eski velinimetleri Türklere karşı yapılan zulümlere insafsızcasına, hatta daha hunharcasına iştirak ediyorlardı. Yunanlıların bu terör hareketlerinden ne gibi bir gaye takip ettiklerini bilemeyiz. Çünkü zulümler aksi tesirler yapıyordu. 

Bir taraftan da, Yunan ordusu mukavemet görmeyen yerlerde halka zarar vermez bilakis onları himaye eder,”Sakın ha mukavemet etmeyin, onlar padişahın izniyle geliyorlar, onları davet edelim, istikbal edelim, onlar için tak i zaferler kuralım” gibi bir nevi beşinci kol propagandaları ile, ayrıca ve fazladan masum rollerini oynamakta da asla kusur etmiyorlardı. 

Ne tekim memlekette bu gibi uğursuz (menhus) propagandalara Kapılan, bulanık suda balık avlamak isteyen fırsat kollayıcı menfi ruhlu bazı vatansız pespayelere de şurada burada tesadüf ediliyordu. Aydın, Nazilli, Buldan,Kadıköy (şimdiki Babadağ) gibi bazı şehirlerde bile Yunanlıları davet eder mahiyette meşum (uğursuz)teşebbüsleri ile nazarı dikkati çeken kabil insanlar maalesef vardı. Ve bunlar hiç şüphesiz Türk Milleti için çürük kozlardı. O sıralarda şirin Sarayköy'ümüzün diğer bir bahtsızlığı daha vardı, o da kazanın (İlçenin) başında Ermeni'den dönme Ferit isminde bir Kaymakam, askerlik şubesinin başkanlığında da Arabi isminde bir arap binbaşı, Jandarmanın başında da yine evladı araptan yüzbaşı Fazıl bey adından korkak bir komutan vardı. Zayıf ruhlu, hissiz, “Belki de hain” olan bu adamlar kazanın başında o günlerde adeta birer bela halinde idiler. 

Bu adamlar o vakit için ihtilal teşekkülü olan heyeti milliye nin bütün teşebbüslerini baltalar, yurt aleyhindeki fena hareketleri ve propagandaları ile belki de İstanbul'dan aldıkları ilhamın tesiri ile olacak yerli Rumlarla beraber yurt aleyhine yürütmekte adeta yarış ediyorlardı. Hatta devlet namına kazayı idare eden bu hissiz, nankör resmi adamların himaye ve teşvikiyle Sarayköy'den yerli Rumlar güya o günlerde Menderes'i geçerek Sarayköy'e girecek olan Yunan ordusu için takı zaferler bile kurmuşlardı. 

Heyeti Milliye miz bu zafer taklarını mütemadiyen sabahları yıktırırdı. Fakat Rumlar geceleyin bu takları tekrar kurmak cüretini gösterirlerdi. Hiç şüphesiz ki bu hareketlerinden Rumlar mahalli hükümet adamlarından belki de teşvik ve himaye görüyorlardı. 

Bereket versin ki İstanbul hükümetinin bu kaymakamı ve şube reisi, Ankara hükümeti tarafından azledildi ve kazadan da bunlar de olup gittiler. Bu ağır şartlar altında maneviyatı biraz sarsılan halk tabakaları aralarında bazı gerilemeler görüldü. Bu sırada Sarayköy'den başka yerlerde ise hiç de ümitli haberler gelmiyordu. 

Denizli'de biraz maneviyat sarsıntısı görülmeye başladı. Bir gece Yunan ordusunun Menderes'ten taarruza geçeceği ve behemehal o gece Sarayköy'ü işgal edeceği haberi gelmiş idi. 

Heyeti milliye hemen bir taraftan elindeki kifayetsiz vasıtalarla icap eden askeri tedbirleri aldı, diğer taraftan da telgrafhaneye (şimdi bu bina yanmıştır) koşarak telgraf müdürü ve bize o vakit milli mücadele devamında çok kıymetli hizmetler ifa eden ve halen Nazilli de emekli olarak yaşamakta olan Hüseyin Hüsnü Bey delaletiyle Mutasarrıf Beyi telgraf başına çağırttı. Kendisine telle “Bu gece Yunan ordusu Menderes'ten taarruza geçip Sarayköy'ü işgal edecekmiş, biz bazı müdafaa tedbirleri aldıksa da yetmeyecektir.Bize direktif verin ve yardım edin.” Dedik. Mutasarrıf Bey bize “Ben resmi memurum, bu hususta size muhatap olamam.” Diyerek makine başından sıvıştı gitti. Bir de Denizli i Heyeti Milliyesi 'nin yardımını isteyelim, “Heyeti milliye başkanı müftü Ahmet Hulusi Efendi 'yi telgraf başına çağırın” dedik. Denizli heyeti milliye başkanı Ahmet Hulusi Efendi' nin de o sıralarda maneviyatı sarsılmış olacak ki Denizli'yi terk ederek Dinar'a göç etmiş olduğunu duyduk ve bize “Denizli'de yok” dediler. O vakit ne ne yapacağını şaşırmış bir halde birbirimizin yüzlerine bakarak dona kaldık. Hatta heyeti milliye başkanımız müftü Ahmet Şükrü Efendi bizlere “Ben size dememiş miydim?” serzenişte bulunmak istedi. 

Hakikaten evvelce de müftü Ahmet Şükrü Efendi “Bu işin sonunu pek iyi görmüyorum, herkes başından yorganı çeker biz meydanda kalırız, resmi ordu ile biz çete harbi ile başa çıkamayız, gelin biz bu işten vazgeçelim, sonra bizleri asarlar” demiş idi de, ona genç elemanlar da kemali heyecanla müftü hocanın üzerine atılmış “Biz neyiz,heyeti milliyenin o toplanışındaki müzakeresinde Asaf Akmansoy' un hocanın rec' i mütalaasına karşı söylediği ateşli hitabesini hiç unutamam. Adeta hocayı söylediğine pişman etmişti. Bununla beraber artık ortada yegane ihtilal teşekkülü olarak çalışan Sarayköy kazası Heyeti Milliyesi bir taraftan da halkın ve etrafın takındı-ğı bu menfi tavırlardan yeise kapılarak çok nazik bir duruma düşmüş idi. 

Her tarafta felce uğrayan heyeti milliyelerin yanında yegane çalışan ve celadetini muhafaza eden Sarayköy kazası heyeti milliyesinin içinde de çarpışan iki fikir düello halinde için için kaynıyordu. 

İhtiyar mütevekkil zümre nerede ise teşebbüsünden vazgeçmek üzere bin dereden su getiriyorlardı, fakat ateşli elemanlardan müteşekkil genç zümre ise kararında sabit, icap ederse kutsal gayenin tahakkuku için ihtilalin icap ettirdiği her türlü vasıtayı kullanarak yürümekte tereddüt göstermiyordu. Diri ve genç zümrenin bu enerjik durumu karşısında artık ihtiyar ve zayıf zümre de dayanamayarak ister istemez yola gelmiş idi. 

Artık bundan sonra gayenin usulü için biraz da icap eden yerlerde şiddet politikasına başvurmak lüzum ve kana atına varıldı. Önce teşebbüsümüze iştirak ve yardımda ağır giden Buldan ve Kadıköy (Babadağ) kasabalarına birer heyet göndererek , nasihat yoluyla, fakir bir çiftçikasabası olan Sarayköy'e nispeten daha zengin olan bu tüccar ve dokumacı kasabalarımızın milli mücadele masrafları için yardımlarının temini cihetine gidildi. Bu maksatla ; Buldan kasabasına bir müfreze silahlı kuvvet refakatinde müftü Ahmet Şükrü Efendi başkanlığında Emin Aslan Tokat, Münir Alp, Asaf Akmansoy'dan mürekkep bir heyet, Babadağ kasabasına da keza aynı suretle Hacı Halilzade İsmail Efendi başkanlığında Fehmi Efendi ve Hafız Halil Efendilerden mürekkep (oluşan-birleşen) diğer bir heyet gönderildi. Buldan'a giden heyet hemen Buldan'a varır varmaz halkı şimdi yanan hükümet konağına davetle büyük salona topladı. Mukaddes amacımız hakkındaki icap eden izahat verilerek maddi yardımları temenni edildi.Bir taraftan da Buldan'da Sarayköy'de olduğu gibi müftünün başkanlığında (halkın dini duygularını tahrik ederek bunlardan istifade etmek için bu teşekküllerin başına müftülerin geçmesini faydalı buluyorduk)bir heyeti milliye kurulmasını istiyorduk. Burada teşebbüslerimiz karşısında hasıl olan bir teessür duyduk. Buldan müftüsü Mehmet Efendi tekliflerimize karşı topluluğun önünde halkı caydırır şekilde “Biz ruhaniyiz, böyle şeylere karışmayız”demiş idi. 

Mumaileyhin (anılan-adı geçen) bu menfi mütalaasına karşı, bizimle beraber Buldan'a gelen ve daha doğrusu o günü tesadüfen heyetimiz Buldan'a hareket etmek üzere iken Sarayköy'de bulunup da beraberimizde Buldan'a götürdüğümüz Necip Ali Küçükağa ile İslamiyet de ruhanilik yoktur hocam gibi bir hayli çetin ve sertçe münakaşalar yaptık.Fakat o sıralarda İzmir'de çalışmakta olan çalışkan arkadaşımız Dr. Behçet Uz' un kardeşi olan mumaileyhin fikrini değiştirmeye bir türlü muvaffak olamadık Nitekim bu korkak yurttaş milli mücadele faaliyetlerimiz boyunca mukaddes davaya katılmayarak bizden yardımlarını esirgemiş bir halde kendi köşesinde sakıt ve atıl kalmıştır. Bereket versin ki Buldan da ikinci bir olay halkın önünde bizi tatyip etmiştir. Damatzade Halil Ağa adında yurtsever bir zat heyecanla ortaya atıldı ve halka hitaben “Hemşehriler bu mukaddes dava için yardımlarınızı esirgememeliyiz. 

Benden yüz lira, herkes adını ve yardımını bildirsin” dedi. Bu suretle az çok bir başarı ile teşkilatı kurmak ve bilahere Sarayköy'e avdet etmek üzere Necip Ali Küçükağa' yı Buldan'da bırakarak Sarayköy'e döndük. Fakat sonradan öğrendik ki o gece Necip Ali, handa bu maksat için ısrar etmemesi hususunda pek çok baskılara maruz kaldığından, ertesi sabah erkenden teşkilatı kurmağa muvaffak olamadan Sarayköy'e kaçıp gelmiş ve bize de dert yanmıştır. 

Babadağ kasabasından dönen heyetimizde pek müspet bir başarı elde edemeden keza Sarayköy'e dönmüştür. Pek çoğu daima tabiatla uğraşır, saf ve temiz, bağcı ve çiftçilerden mürekkep olarak toplanan Sarayköy halkı milli mücadele davasında cidden çok heyecanlı ve yurtseverlik duygusu ile çalışır olmalarına rağmen daha çok ticari işleri ile meşgul olduklarından mı , nedense Buldan ve Babadağ halkı milli mücadele davasında biraz daha ağır, ilgisiz ve pasif durumda kalıyorlardı. 

Fakat bu menfi hareketlerinin cezalarını maalesef şu suretle çekmişlerdir; Düşman kasabalarına gelirken bir tüfek bile patlatmadıklarından Buldan uzunca müddet kolaylıkla düşman işgalinde kalarak mezalime(zulümler) uğramış olarak; Kadıköylüler ise davaya karşı takındıkları menfi durumlarından dolayı içlerinden bir hayli kara kurbanlar vererek cezalarını çekmişlerdir. Bu kutsal davada cidden takdirlere şayan bir kahramanlık ve heyecanla çalışıp etrafına ön ayak olmak şerefine bihakkın (hak ederek) layık olan ve bununla ebediyen iftihar edecek Gazi Sarayköy halkı ise, düşmanın taarruzistikametlerini çevreleyen Menderes tabii hududundan da faydalanmasını bildiklerinden, duçar (maruz kalmış) oldukları çok ağır maddi zararlar pahasına da olsa, topraklarının bı karışımı bile nihai zafere kadar düşmana çiğnetmemişlerdir.